HABER

Faili meçhullerde zamanaşımı uyarısı

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye’de 1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetler ve gözaltında kayıpların zamanaşımına uğrama riski ile karşı karşıya olduğunu söyledi.

Faili meçhullerde zamanaşımı uyarısı

Yeşim Yaprak Yıldız

BBC Türkçe

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Türkiye’de 1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetler ve gözaltında kayıplarla ilgili soruşturmaların zamanaşımına uğrama riskiyle karşı karşıya olduğunu belirtti ve bu tür ağır insan hakları ihlallerinde zamanaşımı uygulamasının kaldırılmasını istedi.

Kuruluşun bugün yayımladığı “Adalet Vakti” adlı raporu kaleme alan Türkiye araştırmacısı Emma Sinclair-Webb, BBC Türkçe’ye yaptığı açıklamada, en yoğun ve vahim insan hakları ihlallerinin 1992-95 yılları arasında yaşandığını ve bu suçların mevcut yasalara göre zamanaşımına uğrama riski ile karşı karşıya olduğunu söyledi.

1990’lı yıllarda güvenlik güçleri mensupları tarafından Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda Kürt nüfusa yönelik faili meçhul cinayet, işkence, zorla kayıp ve zorla yerinden etme gibi ağır insan hakları ihlallerinin işlendiği 1993 ve 1996 yıllarındaki Meclis araştırma komisyonu raporlarında da yer almıştı.

Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün de BBC Türkçe’ye yaptığı açıklamada 1990’lı yıllarda faili meçhullerle ilgili Komisyon’a çok sayıda dilekçe geldiğini ve yaklaşık 1500 faili meçhul ve kayıp vakası olduğunu söylüyor. Ancak insan hakları gruplarına göre bu sayı 3500'ün üzerinde.

“Adalet Vakti: Türkiye’de Doksanlarda gerçekleşen faili meçhul cinayetler ve kayıplar için cezasızlığın sona erdirilmesi” adlı rapora göre her ne kadar hükümet geçmiş ihlallerin soruşturulması yönünde olumlu sinyaller vermiş olsa da, hâlâ etkin adımlar atılmış değil.

Sinclair-Webb, geçmiş ihlallerin adalet önünde getirilmesindeki en büyük engellerden birinin zamanaşımı uygulaması olduğunu söylüyor.

Zamanaşımı başladı

Türkiye'de 2005 yılı öncesinde işlenen ve kovuşturmaya yönelik herhangi bir işlem başlatılmamış olan cinayet vakâları, yirmi yıldan sonra zamanaşımına uğruyor. Ancak eğer savcı kovuşturma yönünde bir girişimde bulunduysa, kovuşturma ve yargılama süreci için ek on yıl daha süre veriliyor.

Türk Ceza Kanunu’nda 2004-2005 yıllarında yapılan değişikliklerle ‘uluslararası suçlar’ kategorisi altındaki suçlar süre sınırlamasına tabi olmayan suçlar kapsamına alınmıştı.

Ancak rapora göre, doksanlarda işlenen faili meçhul cinayet ya da kayıp vakâları savcılar tarafından bir suç çetesi tarafından işlenmiş basit cinayetler olarak ele alınıyor ve iddianameye de öyle geçiyor.

Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler uyarınca işkence ya da yaşam hakkı ihlali gibi ağır insan hakları ihlallerinin faillerini soruşturma ve cezalandırma yükümlülüğü olduğunu belirten Sinclair-Webb bu tür suçlara münferit vakalar gibi muamele edilmemesi gerektiğini, bunların planlı ve sistematik bir politikanın parçası olarak görülmesi gerektiğini söylüyor.

"Yargı ağır işliyor"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan geçen yıl Şubat ayında, zorla kayıp ya da faili meçhul cinayetlere kurban giden kişilerin akıbetinin öğrenilmesi ve sorumluların yargılanması amacıyla kampanya yürüten mağdur yakınlarından oluşan “Cumartesi Anneleri” ile bir görüşme gerçekleştirmişti.

12 Eylül 1980 darbesinde gözaltına alınan ve kendisinden bir daha haber alınamayan Cemil Kırbayır'ın annesi Berfo Ana da Erdoğan ile görüşen heyet içindeydi.

Görüşmenin ardından Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Kırbayır dosyasını inceleme altına almış ve Cemil Kırbayır'ın cezaevinde işkence sonucu öldürüldüğü kanaatine varmıştı.

Komisyonun hazırladığı raporun Kars savcılığına gönderilmesi soruşturmanın açılmasını sağladı ancak soruşturmada herhangi bir ilerleme elde edilemedi.

Komisyon olarak bu tür başvurularda yargı harekete geçsin diye dosyayı savcılıklara gönderdiklerini ya da açılan bir dosya varsa akıbetini sorduklarını belirten Komisyon Başkanı Üstün, bunların yargının elini kolaylaştıracak ya da yargıyı hızlandıracak mekanizmalar olduğunu ancak bu işi çözecek temel organın yargı olduğunu vurguluyor.

Ancak yargının bu konularda ağır işlediğini belirten Üstün “Çok fazla faili meçhul davasında ismi geçen, bilinen kişilerin yeterince sorgulanmadığını hatta yakalama kararı bile çıkartılmadığını görüyoruz” diyor.

Bu tür konularda yargıda “odaklanma sorunu” olduğunu belirten Üstün, hükümetin ''4. yargı paketinde'' zamanaşımı ile ilgili düzenlemeler olduğunu, bazı suçlarda zamanaşımı süresinin uzatılacağını bazılarında ise kaldırılacağını belirtti.

“Temizöz davası bir fırsat”

İnsan Hakları İzleme Örgütü raporunda 2009 yılında başlayan Temizöz davasının Türkiye'nin güneydoğu illerinde ve büyük şehirlerinde güvenlik güçleri ve devlet görevlilerince gerçekleştirilen binlerce vakada adaletin sağlanmasının önündeki olası engeller hakkında önemli ipuçları sunduğu belirtiliyor.

Diyarbakır’da jandarma subayı emekli albay Cemal Temizöz ve altı sanık 1993-1995 yılları arasında, en küçüğü 12, en yaşlısı 48 yaşında olan 20 kişinin öldürülmesi veya zorla kaybedilmesi suçlamasıyla 11 Eylül 2009 tarihinde yargılamaya başlandı.

Temizöz, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda doksanlı yıllarda yaşanan çatışmalar sırasında işlenen ağır insan hakları ihlalleri nedeniyle yargı önüne çıkan en üst düzey yetkili.

Sinclair-Webb, Temizöz davasının, hükümet için bir fırsat olduğunu ve o davadan birçok ders çıkarılabileceğini söylüyor.

Rapora göre, bu dava, doksanlı yıllarda Güneydoğu'da işlenen ağır hak ihlallerindeki sorumlulukları nedeniyle güvenlik görevlilerinin yargılanacağı konusunda güven uyandıran davaların ilki olması ve suçlardan bazılarının bireysel cinayetler çerçevesinde değil, organize bir suç çetesinin eylemleri olarak ele alınacak olması nedeniyle büyük bir önem arzediyor.

Sinclair-Web, Temizöz davasında yaşanan ve diğer ihlallerin gün ışığına çıkmasının önünde de engel teşkil eden konulardan birinin de tanıkların güvenliğinin ve gizliliğinin sağlanmaması olduğunu söylüyor.

Türkiye’de Terörle Mücadele Kanunu kampsamındaki davalarda tanıkların kimliklerinin gizlenmesi için çok sayıda karar alındığını hatırlatan Sinclair-Webb, güvenlik güçlerince işlenen suçlarla ilgili yargılamalarda Tanık Koruma Kanunu nadiren uygulandığını belirtiyor.

Raporda yer alan diğer tavsiyeler arasında yargılamaların hızını artırmak, geçmiş ihlalleri soruşturmakla görevli savcılar atamak, ihlallerde emir komuta zincirinin kapsamlı olarak araştırılması, güvenlik güçleri mensuplarının kimliklerinin ortaya çıkarılması için çaba gösterilmesi, tanık koruma tedbirlerinin geliştirilmesi ve mahkemelerce tanıklara ve mağdur yakınlarına yönelik her türlü sindirme çabasına karşı yaptırım uygulanması bulunuyor.

Sinclair-Webb'e göre, bunun için mağdur odaklı, duyarlı bir adalet sistemine ihtiyaç var.

Bağımsız bir Hakikat Komisyonu kurulmalı

Rapor, 1980 askeri darbesinden bu yana, özellikle de doksanlı yıllarda, devlet görevlilerince işlendiği düşünülen faili meçhul cinayet, zorla kayıplar gibi ağır insan hakları ihlallerinin araştırılması için bağımsız bir hakikat komisyonunun kurulması tavsiyesinde bulunuyor.

Böyle bir komisyonun İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu altında açılması fikrine olumlu yaklaşan Üstün, böyle bir adım için partiler arasında uzlaşma gerektiğini söylüyor.

Komisyon Başkanı Üstün, “Türkiye’nin yargı, siyaset, demokrasi ve insan hakları alanında önemli mesafeler aldığını ve geçmiş ihlaller ile hesaplaşmanın hem siyasi partilerin hem yargının temel görevlerinden birisi olduğuna inandığını” belirtiyor.

En Çok Aranan Haberler