Mahmut Hamsici
BBC Türkçe
Geçtiğimiz günlerde, yerli Latin Amerika halkı Mayalar’ın ana yurtlarından olması nedeniyle Maya takvimi ve kıyamet haberleriyle gündeme gelen Guatemala, tarihin en büyük iç savaşlarından birini yaşamış bir ülke.
1954’te ülkede yapılan askeri darbeye solun silahlı mücadeleyle karşılık vermesiyle başlayan ve zaman içinde yerli halkı Mayalar’a büyük zarar veren 36 yıllık savaşta 200 binden fazla kişi yaşamını yitirdi.
Böylesine kanlı bir savaşta çatışan taraflardan silahlı örgüt URNG (Guatemala Ulusal Devrimci Birliği) ile devletin, yıllar süren görüşmelerden sonra barışa ulaşması, uzmanlar tarafından büyük bir başarı olarak değerlendiriliyor.
Frank William La Rue, Birleşmiş Milletler’in (BM) düşünce ve ifade özgürlüğü hakkıyla ilgili özel raportörü.
Guatemala’nın en büyük insan hakları örgütü CALDH’ın (İnsan Hakları için Yasal Eylem Merkezi) kurucusu olan La Rue, Guatemala’da barışın sağlanması ve geçmişle hesaplaşılmasıyla ilgili çalışmalarıyla tanınıyor.
Guatemala’daki ilk soykırım davasını açmış avukat olan La Rue, çabalarından dolayı 2004’te Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi.
BBC Türkçe’ye konuşan La Rue, Guatemala barış deneyiminin genel olarak başarılı bir deneyim olduğunu söylüyor.
Devletle gerillalar arasında ilk gayrı resmi görüşme 1987’de İspanya’da yapıldı, resmi müzakerelerse 1990’da Norveç’in desteğiyle Oslo kentinde başladı.
La Rue’ya göre devleti barış görüşmelerine hem ulusal hem de uluslararası etkenler itti: “Devlet, askeri olarak savaşı kazanıyor ama politik olarak kazanamıyordu. Hem ülke içinde hem de ülke dışında desteğini yitirmişti, izole edilmişti. Bu durum hem ekonomiyi hem de uluslararası ilişkileri etkiliyordu. Ayrıca askeri olarak yense de gerillaları bitiremiyordu. Gerillalar yıllarca savaşmaya hazırdı. Böyle bir durumda savaşın sonu olmadığını gördüler.”
La Rue, müzakerelerin başlaması ve sürmesinde Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumlar kadar bölge güçlerinin de önemli rol oynadığını söylüyor.
İsveç, Norveç, Fransa, İspanya, ABD, Meksika, Kolombiya ve Meksika’nın oluşturduğu ‘Dost Ülkeler’ grubunun müzakerelerde çok önemli bir rol oynadığını söylüyor.
İlk görüşmelerin başlamasından sonra ateşkesin dönem dönem kesildiğini ancak bunun görüşmeleri etkilemediğinin altını çiziyor La Rue.
Bunun, başarının en önemli etkenlerinden biri olduğunu belirtiyor.
Ona göre diğer bir etkense gizlilikti: “Ordu komutanları ve gerilla liderleri arasında bazı gizli görüşmeler gerçekleştirildi. Bunlar çok önemliydi. Barış görüşmelerinde sadece hükümet sözcülerinin değil komutanların da bulunması önemlidir. Bir masanın etrafına oturdular ve bu çok önemliydi. Buralarda konuşulanlar barış anlaşması imzalanıncaya kadar hiçbir şekilde kamuoyuna aktarılmadı.”
La Rue, 1996’da imzalanan son anlaşmadaki maddelerin çok net olmasının da başarı açısından önemli bir etken olduğunu belirtiyor.
2004'te Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilen BM özel raportörü Frank La Rue.
Bu anlaşmadaki maddelerden bazılarında şunlar vardı: Yerli halkın kimliğinin tanınması; sosyal adalet ve ekonomik iyileşmenin sağlanması, bu amaçla vergilerin artırılması; insan haklarının güvence altın alınması; savaş boyunca yaşanan insan hakları ihlallerinin ortaya çıkarılması; mültecilerin geri dönmesinin sağlanması.
‘Barış anlaşmasından sonra barışın inşa edilmesi gerekli’
La Rue, ‘barışmakla, barışı inşa etmek arasında fark olduğunu, Guatemala’da barışmayı gerçekleştirdiklerini ancak barışın inşasını gerçekleştirmediklerini’ belirtiyor ve ekliyor: “Aldığımız en büyük ders şu: Barış süreci ancak barışı inşa süreciyle sürdürülürse başarıya ulaşabilir.”
Barışın inşasından bahsederken barışı garanti altına alacak reformlardan söz ediyor La Rue.
Guatemala, Latin Amerika coğrafyasından örgütlü suçun en yüksek olduğu ülkelerden.
BM Raportörü, “Barış anlaşmasının imzalanmasından sonra devlet kurumlarını güçlendirmelisiniz. Özellikle adalet sistemini güçlendirmelisiniz. Biz bunu yapmadık. Barış sağlandı ama şu anda büyük bir karmaşa içindeyiz. Adalet ve güvenlik sistemi zayıf. Barıştan sonra ordu küçültüldü. Ekonomik seçkinler kendi özel güvenlik şirketlerini kurdular, güvenliği kendileri için özelleştirdiler. Şu andaki en büyük düşmanımız politik yapılar değil organize suç grupları. Bunlar parlamenterleri, hâkimleri, savcıları satın alarak tüm sistemi de etkiliyorlar.”
İngiltere’deki Bradford Üniversitesi’de Latin Amerika politikaları alanında öğretim üyeliği yapan Jenny Pearce, kıtadaki tüm barış müzakere süreçlerini incelemiş ve bunlarla ilgili alanda da çalışmış bir isim.
BBC Türkçe’ye konuşan Pearce de savaşın sona ermesiyle ülkede şiddetin sona ermediğini, bunun çok dikkatlice incelenmesi gerektiğini belirtip ekonomik kalkınma modellerin değiştirilmesi gerektiğine vurgu yapıyor.
Hem La Rue hem de Pearce barış anlaşmasından sonra ekonomik ve sosyal olarak dönüşümlerin yapılmasının öneminin altını çiziyor.
La Rue, “Ekonomik model barıştan sonra değişmedi. Barış anlaşmasından önce kırsal kesimde var olan yoksulluk, anlaşmadan sonra hiç değişmedi. Barış çok önemliydi çünkü askeri operasyonları bitirdi. Ama gündelik hayattaki ekonomi değişmedi. Örneğin toprak reformu yapılmadı, sosyal hizmetler iyileştirilmedi, sağlık sistemi güçlendirilmedi. Bunlardan dolayı da bazı insanlar hayal kırıklığına uğradı.”
Jenny Pearce, bu hayal kırıklığıyla ilgili bir başka noktayı daha vurguluyor: “Barış süreciyle birlikte Guatemala’ya uluslararası örgütlerden yardım geldi. Ama bunların aktığı yerler kent merkezli örgütlerdi. Dolayısıyla kent merkezli olan, iyi para desteği alan STK’lar vardı. Ama bundan kırsal kesim faydalanamadı.”
Hem Pearce hem de La Rue’nun dikkat çektiği bir başka konuysa sivil toplumun barış sürecine ve sonraki sürece katılımı.
Pearce sürecin sadece elinde silah bulunduranları değil tüm toplumu ilgilendirdiğini belirtiyor ve sivil toplumun sürece katılımına dikkat çekiyor.
Ancak Pearce, sivil toplum derken burada sınıfsal bir meselenin var olduğunu da özellikle vurguluyor ve yerlilerin aynı zamanda ülkenin en yoksulları olduğuna dikkat çekip sivil toplumun konumunun bu yönüyle ele alınması gerektiğini dile getiriyor.
Son olarak La Rue, bazı eksikliklerine rağmen 200 bin kişinin öldüğü ve 1982-1983 yıllarında ‘soykırım işlendiğini’ söylediği bir ülkede barışın sağlanabilmiş olmasının, müzakerelerle barışın gelebileceğini gösterdiğini belirtiyor.