"Orada ne olduğunu söylemeyeceğim, inanmanız için gözünüzle görmeniz lazım” diyordu rehberimiz Suraj. "Ama şok olacaksınız.”
Arkadaşlarımla birlikte çıktığım gezide, Hindistan'ın kuzeyinde, Tibet sınırındaki Himaçhal Pradeş eyaletinin Spiti bölgesini dolaşıyorduk. Budist manastırını gezmiş, dünyanın rakımı en yüksek köyü Kibber'de çay içmiş, Spiti nehri boyunca tehlikeli yollardan geçmiş ve Himalaya'nın birçok tepesinde günbatımını izlemiştik. Fakat Hindistan'ın bu en az yerleşim olan ve Tibet Budizminin etkisi altındaki bölgesinin hala keşfedilmeyi bekleyen sırları vardı.
Suraj'ın sürprizini görmek soğuk ve yağmurlu bir günde için Gue köyüne gittik. Burası birkaç toprak evlin ve ortada tek odalı bir beton yapının olduğu bir mezraydı aslında. Sürpriz ise odanın içinde bekliyordu: İnce bir camekanın ardında oturan 500 yıllık bir mumya.
O ana kadar mumyalanmış cesetlerin sargılanmış olarak ve birkaç kat camekanın içinde müzelerde sergilendiğini sanırdım hep. Oysa dudakları ve dişleri bile yerinde olan bu mumya çenesini dizine dayamış bir halde karşımızda oturuyordu.
Bu, 15. yüzyılda yaşamış Sangha Tenzin adlı Budist rahibin mumyasıydı. 1975'teki bir depremde içinde bulunduğu Budist anıt çökünce bulunmuştu. Hiçbir koruyucu madde sürülmemiş olmasına rağmen o günden beri de bozulmamıştı. 500 yıl önce ölmüş olan bu rahip sanki hala yaşıyordu.
Eve döndüğümde bu konuyla ilgili Tibetli Mumyanın Sırları (The Mystery of the Tibetan Mummy) adlı bir belgesel izledim. Pensilvanya Üniversitesi Arkeoloji ve Antropoloji Müzesi'nden Profesör Victor H Mair mumyayla ilgili araştırma yapmıştı. Mair, Sangha Tenzin ile Japonya'nın kuzeyindeki Yamagata bölgesindeki Budist rahipler arasında bir paralellik kuruyordu. Bu rahipler kendi kendilerini mumyalama geleneğiyle biliniyordu. 11. ila 19. yüzyıl arasında Yamagatalı rahipler en üst düzey aydınlanma aşamasına ulaşmak için yemek yemeyerek yavaş yavaş ölüme gidiyorlardı.
Bu rahipler vücutlarındaki yağ deposunu tümüyle eritmek için sadece ağaç kökenli besinler yiyordu. Bu süreç birkaç aydan 10 yıla kadar uzayabiliyordu. Ayrıca ölümden sonra dokuları yiyen böceklerin akınına uğramamak için zehirli olduğu bilinen bir fıstık türü ve zehirli bir ağacın çayını içerek kusuyorlar, böylece vücutlarını sıvılardan arındırıyorlardı. Rahip öldüğünde vücudu öylesine yağsız ve organları susuz kaldığı için öylesine büzüşmüş oluyordu ki herhangi bir bozulmaya uğramıyor, doğal yoldan mumyalanmış oluyordu.
Profesör Mair, Tenzin'in vücudunda da uzun süreli aç kalmanın yol açtığı yüksek nitrojen seviyesi tespit etmiş, onun da Japon rahiplerin yolunu izlediği sonucuna varmıştı. Tenzin'in boynunda ve bacaklarında sarılı olan bir kumaş kemer ölünceye kadar oturma pozisyonunun bozulmamasını sağlıyor, meditasyonun da bu süreçte önemli bir rol oynadığını gösteriyordu.
Aylar sonra Ladakh Thiksey Manastırı'nda iki tane daha Canlı Buda (kendi kendini mumyalayan rahiplere bu ad veriliyor) bulunduğuna dair haber aldım. Şubat ayında da Moğolistan'da 200 yıllık başka bir rahip mumyası bulundu.
Henüz Tibet'te rahip mumyasına rastlanmadı. Fakat 1966-76 döneminde Çin'de yaşanan Kültür Devrimi sürecinde bu türden dini kalıntıların ve manastırların tahrip edilmiş olması da muhtemel. Ama neyse ki Himalayalar'ın Hindistan'daki bölümünde kalan soğuk ve uzak Spiti'de, Sangha Tenzin'in mumyası gözden uzak kalmış ve bugüne kadar gelmişti.
Bu makalenin İngilizce aslını BBC Travel'da okuyabilirsiniz.
Dergideki diğer makalelere buradan ulaşabilirsiniz.