Stephen Sackur
BBC, Kahire
Sıkı güvenlik önlemleriyle korunan giriş kapısının önünde beklerken kimliğim silahlı muhafızlarca dikkatlice inceleniyor.
Davetkâr olmasa da aldığım mesafeli onayla üniformalı askerler ve zırhlı araçlarla dolu alana girmiş bulunuyorum.
Mısır Enformasyon Bakanlığı'ndayım.
Kahire'deki bu propaganda merkezine son gelişimden bu yana tam yirmi yıl geçti.
Bunca yılda çok az şeyin değiştiğini görmek beni şaşırtıyor.
Buraya son gelişimde, başım beladaydı.
Yapmaya çalıştığım bir belgesel o zamanki Enformasyon Bakanı Saffet Şerif'i öfkelendirmişti, "Bu ülkeye zarar veriyorsun" diye bağırıyordu bana:
"Bir yanlış adımın daha olursa, bu ülkede istenmeyen adam olacaksın" demişti.
Saffet Şerif şimdi bambaşka dertlerle uğraşıyor. Kendisi şu an hapiste.
Hüsnü Mübarek'in yanıbaşında geçirdiği otuz yılın ardından yolsuzluk ve komployla suçlandı, yargılanıyor.
Ancak, Mısır'ın eski muktedirlerinin parmaklılar ardında bulunması kimseyi yanıltmasın.
Devrim, bazı isimleri devirse de rejimi devirmedi.
Tahrir Meydanı eylemlerinin gediklilerinden Tarık Şalabi "Esas devrim henüz gerçekleşmedi" diyor.
Altı ay önce tutuklandı, ceza evine girdi, sonrasında cezası askeri mahkeme tarafından ertelendi.
Şimdi ne zaman internet bloğuna bir şeyler yazsa, ya da bir protesto yürüyüşüne katılsa, diğer binlerce eylemci gibi uzatılmış hapis cezasına mahkûm edilme riskine giriyor.
Peki, ordu Tahrir Meydanı'nı doldurmuş kişilerin çoğunun güvenini neden yitirdi?
Bu sorunun cevabını, Kahire'deki eski dostlarımdan televizyoncu Muhammed Gohar'a soruyorum.
"9 Ekim'de burada olsaydın, çok iyi anlardın" diyor.
Bana anlattıklarını ağzım açık dinliyorum.
Çoğunluğunu Kıpti Hıristiyanların oluşturduğu eylemcilerin hemen bürosunun önünde toplanıp, kendilerine yönelik dini içerikli şiddeti protesto etmelerini...
Nerede olduğu anlaşılamayan keskin nişancıların kalabalığa ateş açmalarını...
Ordu araçlarının yerlerdeki cesetlerin üzerinden geçmelerini...
Ölü ve yaralıların, oturduğu apartmanın girişine karga tulumba taşınmasını...
Ve 17 çaresiz kişiyi, daireleri tek tek arayıp Hıristiyanları bulmaya çalışan askerlerden, evinin arka odasında nasıl sakladığını...
"Schindler’in Listesi filmini hatırlıyor musun, onu yaşamış gibi oldum" dedi Muhammed Gohar ve şöyle devam etti:
"Askerlerin halkıma bunu yapmış olmasından büyük utanç duydum."
Niye böyle yaptıklarını sorduğumda cevabı şu oluyor:
"Bir mesaj vermek istiyorular. 'Biz olmadan Mısır'a kargaşa hâkim olur' diyorlar. Bu ülkeyi 60 yıl generaller yönetti, sence bunu bırakmak isterler mi?" diye soruyor.
Enformasyon Bakanlığı'ndayım.
Devrimin ardından, nefret uyandırmış bu sansür ve resmi yalan merkezi kapatılmıştı.
Beş ay sonra generaller fikir değiştirdiler.
Kendimi yeni Enformasyon Bakanı Usame Heykal'le el sıkışırken buluyorum.
Heykal, birkaç ay içinde kıdemli bir bakandan beklenen meziyetleri edinmiş, eski bir gazeteci:
“Yirmiden fazla Kıpti'nin öldürülmesi talihsizlikti ve ordu konuyu araştırıyor.” diyor:
“Olağanüstü hal uzatılacak, ancak yalnızca istikrar sağlanana dek.”
Bakanlıktan ayrılırken beni "koruması" için görevlendirilen mihmandar yanıma yaklaştı.
Bakanı zor durumda bırakan sorularım yüzünden bana tepki göstereceğini sandım.
"Mülakat harikaydı" dedi ve devam etti:
"Amma da yalancı herif. Hala istediklerini söyleyebileceklerini, halkın da bunlara inanacağını sanıyorlar"
Ekledi: "Yanılıyorlar. Bundan sonra söyleyemeyecekler."