Şemdinli Davası'nın gerekçeli kararında, sanıkların bölgedeki terörün devamlılığına parelel olarak, hukuk dışı keyfi eylemlerini sürdürme amacında olduklarının anlaşıldığı belirtildi.
Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, Şemdinli İlçesi'nde bulunan Seferi Yılmaz'a ait olan Umut Kitapevi'ne atıkları bomba ile Mehmet Zahir Korkmaz'ın ölümüne ve Metin Korkmaz'ın da yaralanmasına neden oldukları gerekçesiyle yargılanan jandarma astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz'in 39'ar yıl hapis cezasına mahkum edilmesine ilişkin gerekçeli kararını tamamladı.
Toplam 143 sayfadan oluşan gerekçeli kararda, Anayasa'nın 6. maddesine atfen, 'Hiç kimsenin veya organın kaynağını Anayasa'dan almadan bir devlet yetkisini kullanamaz' hükmü hatırlatıldı. Kararda, "Terörle mücadele adı altında da olsa hukuk dışı bir yapılanma ve anlaşma ile devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmanın devleti hukuk devleti olmaktan çıkaracağı, bu durumda güçlünün sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan her türlü yasadışılığın egemen olduğu bir sistem oluşacağı, sonuçta devlet-yurttaş ilişkisinde hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun da tam bir Anayasa veya yasa ihlalinin ötesinde bir hukuk ihlali niteliği taşıyacağı ve hukuk devletinin bütünü ile ortadan kalkması sonucunu doğuracağı, terör örgütü mensupları, teröre yardım ve yataklık edenler veya terör sempatizanları ile kısaca terörle mücadelenin olmazsa olmaz kuralının, hukuk devleti içerisinde hukuki kurallar çerçevesinde olmasının gerektiği" belirtildi.
Vatandaşların, hukuka uygun davranmalarının gerekliliği gibi kamu görevlilerinin de görevini icrası sırasında hukuka uygun davranmak zorunda olduğu hatırlatılan kararda, hukuk uygulayıcıları olan hakimlerin görevi ise Anayasa'nın 10. maddesinde belirtildiği şekilde şüphelilerin, sanıkların veya mağdurların kısaca yargılama sujesi olan herhangi bir kimsenin şahsi özelliklerinden etkilenmeden hukuku uygulamak olduğu ifade edildi. Yargılama faaliyeti sürdürülürken, diğer kişi ve kurumlara düşen görev ise yargıya güvenmek ve hukuk uygulayıcılarının dosyalar ve vicdanlarıyla başbaşa kalmalarını sağlamak olduğu kaydedildi. Vicdani kanaatlerine göre hukuk kurallarını uygulamaları için hakimleri özgür bırakmak zorunluğu bulunduğu belirtildi.
KAYA VE İLDENİZ, ÖRGÜTÜN ÜYESİ OLARAK TANIMLANDI Kararda, sanık astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz'in eylemleri, TCK'nın 220/1 maddesi kapsamında şüpheli kalan 'Örgüt kurmak ve yönetmek' olarak değil, TCK'nın 220/2 maddesi kapsamında kurulan 'Örgüte üye olmak ve amaçları doğrultusunda faaliyette bulunmak' suçunu oluşturduğunu kabul etmek gerektiği kaydedilerek, "Nitekim sanıklar Kaya ve Ildeniz'in olay gününe ilişkin görevlendirme yazısına göre, 'Patlamanın olduğu 9 Kasım 2005 günü saat 08.00'den itibaren Yüksekova ve Şemdinli İlçeleri'nde bulunan örgüt mensupları hakkında bilgi elde etmek, istihbari ve operasyonel faaliyetlerde bulunmak ve kendilerine gereken yardım ve kolaylık sağlanmak üzere' görevlendirilmeye ilişkin olduğu görülmektedir. Yardım edenleri ortaya çıkarmak devletin görevidir. Şayet var ise dışında bunlara yardım eden kişilerin yargı önüne çıkarılmaları görevi devletin yetkili organlarındadır. Sanıklar yanlarına kamu görevlisi olmayan itirafçıyı da alarak terörle mücadele adı altında yola çıkmışlar ve bir süre sonra her türlü yasa dişiliği meşru sayıp, terörle mücadeleye yönelik amaçlarına ulaşmak için tam bir sorumsuzlukla yasadışı her yöntemi uygulamışlardır. Tam bir dayanışma ve işbirliği içinde çeteleşme sürecine girerek hareket ettikleri anlaşılmaktadır" denildi.
Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, Şemdinli Davası'yla ilgili gerekçeli kararında, olayın bir komplo olduğunu savunulması için de bölücü terör örgütü ve yandaşlarının devletin Jandarma İstihbarat Teşkilatı ve diğer kurum ve teşkilatlarından çok daha üstün bir haber alma ve istihbarat faaliyetine, teknik ve maddi imkanlara sahip olduğunun kabul edilmesi gerektiği anlatılarak, "Bu savunma ve varsayımın ise ütopik bir faraziyeden öteye gidemeyeceği aşikardır. Belirtmek gerekir ki bu yöntemle terörle mücadele edildiği savunulamaz. Bu şekilde mücadele, Türk ordusunun yıllardan beri titizlikle ve başarıyla yürüterek ulusal ve uluslararası alanda elde ettiği kazanımlara da zarar verir. Bu şekliyle eylemin devletin birlik ve bütünlüğünü bozmak tehlikesini doğuracağı açıktır" ifadelerine yer verildi.
Bir eylemin sonucunu değerlendirirken, meydana gelen olayın kanunlarda belirtilen unsurlar hangi suçun tipikliğine uyuyorsa, sanıkların kastının o suça yönelik olduğunu kabul etmek gerektiği ve kastın delili eylemin kendisi olduğu vurgulandı. Olay öncesi ve sonrasıyla bir bütün olarak incelendiğinde sanıkların kastının TCK.302.maddesinin ihlali olduğunu kabul etmek gerektiği ifadelerine ver verien kararda, "Türkiye'nin birlik ve bütünlüğü ancak hukukun üstünlüğüne saygı duyularak ve bunun gerekleri yapılarak sürdürülür.Çoğunluğun görüşüne göre suçun sübuta erdiğinin kabulü halinde ise sanıkların eyleminin devletin birlik ve bütünlüğünü bozmak suçunu oluşturduğundan TCK.302/1.maddesi uyarınca ve TCK.302/2.maddesi yollamasıyla bu suçun işlenmesi sırasında işlenen adam öldürme ve adam öldürmeye teşebbüs suçlarından da ayrıca cezalandırılmalarına karar verilmesi gerektiği kanaatiyle sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum" dedildi.