İSTANBUL (İHA) - Türkiye genelinde, Cumhuriyet'in kuruluşunun 79. yılı coşkusu yaşanıyor. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün "En büyük eserim" dediği Cumhuriyet tarihi boyunca birçok önemli değişiklik yaşandı.İşte, 1923'ten bu yana Türkiye Cumhuriyeti'nin değişim ve gelişim süreci;
Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Ulusal Kurtuluş Savaşı ile ülke topraklarını işgalden kurtardığı gibi Lozan Antlaşması ile de yeni Türk Devleti'nin varlığını bütün dünyaya kabul ettirmişti. Lozan Antlaşması'nı izleyen aylar yeni bir siyasal oluşumun hazırlıkları içinde geçti. Bu yeni oluşumun öncülüğünü yapmak üzere 9 Eylül 1923 tarihinde Cumhuriyet Halk Fırkası (Partisi) kuruldu. Partinin başkanlığını Mustafa Kemal üstlendi. Ulusal mücadeleyi yöneten askeri kadro ve yüksek bürokratlar partinin yönetim kadrosunda yer aldı. Parti, ulusal mücadele anlayışını sivil bir ortamda sürdürmek, ülkeyi modernleştirmek ve model olarak benimsenen Batı sistemini, kurumlarını ve yaşam tarzını gerçekleştirmek gibi amaçları savunuyordu. Ancak bu gelişmeler Millet Meclisi'ndeki tutucu unsurları rahatsız etmişti.
KÖKLÜ DEĞİŞİM HAMLELERİ
Özellikle saltanatın kaldırılmasından sonra durumun ne olacağı ve Meclis'in hangi yetkilerle kimin adına hareket edeceği gibi konulara ilişkin tartışmaların çoğalması, hilafetten kaynaklanan kurum ve kadroların yeni yönetim ile çelişmesi köklü bir dönüşümü zorunlu kılıyordu.
Bu nedenle devlete çağdaş anlamda demokrat bir biçim vermek üzere 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edildi. Ulusal mücadelenin büyük ve başarılı önderi Mustafa Kemal oy birliği ile Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı seçildi. O da ilk Başbakan olarak İsmet İnönü'yü atadı. Böylece devlet başkanlığı konusundaki tartışma ve kuşkulara son verilmişti. Dört ay sonra yani 3 Mart 1924 tarihinde de cumhuriyetçilik ilkesi ile bağdaşmasına olanak bulunmayan hilafet kaldırılarak Osmanlı Hanedanı mensupları ülke dışına çıkartıldı. Modern bir toplumun din ve devlet işlerinin ayrılması ve bireylerin din ve vicdan özgürlüklerinin sağlanması ile kurulacağının bilincinde olan Mustafa Kemal en önemli sosyal değişiklikleri "laiklik" ilkesi çerçevesinde gerçekleştirdi. Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte ona bağlı kurumların ve zihniyetin de değiştirilmesi için bir dizi köklü reform yapıldı. Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak yerine Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı ve Evkaf Müdürlüğü kuruldu.
EĞİTİMDE BİRLİK SAĞLANDI Tevhid-i Tedrisat Yasası ile din okulları düzeni kaldırılarak, tüm okullar ve eğitim işleri Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde birleştirildi. Adli Teşkilat Kanunu ile Şeriat Mahkemeleri yerlerini laik mahkemelere bıraktı. 25 Kasım 1925'te çıkartılan Şapka Kanunu ile eski düzenin simgeleri olan sarık ve fes giyilmesi yasaklandı ve resmi başlık "şapka" oldu. Böylece sınıf, rütbe ve din ayrımının geleneksel simgeleri ortadan kaldırıldı. 26 Kasım 1925'te uluslararası saat ve takvim düzenleri kabul edildi. 30 Kasım 1925'te tekke, zaviye ve türbeler kapatılarak, tarikat unvanları kaldırıldı. 17 Şubat 1926'da Osmanlı hukukunun temel taşları olan Mecelle ve Şer'i Hukuk yerine Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Türk Medeni Kanunu'nun kabul edilmesi bütün hukuk mevzuatının laikleştirilmesini gerektirmiş, Borçlar, Ceza ve Ticaret Kanunları da çağdaş esaslara göre düzenlenmiştir.
Kadın hakları konusunda da önemli adımlar atıldı. Çok eşlilik yasaklandı ve medeni nikah zorunluluğu getirildi. Mahkeme yolu ile boşanma için yasa çıkartıldı. Kadınlar birçok Avrupa ülkesinden önce, 1930'da belediyeler, 1933'te köy ihtiyar heyetleri, 1934'te ise TBMM'de seçme ve seçilme hakkını elde ettiler.
TÜRK ALFABESİ HAZIRLANDI
Çağdaşlaşma yolunda atılan adımların en önemlilerinden biri de dil alanında gerçekleştirildi. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yeni bir Türk alfabesi hazırlandı ve Latin harflerinin kullanılmasını öngören yasa 1 Kasım 1928 yılında TBMM'de kabul edildi. Bu gelişmeyle Türk toplumunun çok düşük olan okur-yazar oranının artırılması yolunda büyük ve önemli bir adım atıldı.
Eski ağırlık ve uzunluk ölçüleri 1931 yılında değiştirildi. Metre ve kilo sistemlerinin kabulüyle ticari ve ekonomik işlemler kolaylaştı, yurt çapında standart bir ölçü düzeni kuruldu. 21 Haziran 1934'te "Soyadı Kanunu" çıkartıldı, TBMM tarafından yeni Türk Devleti'nin ve Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi. O, artık bütün Türkler'in atasıydı.
Laik temeller üzerinde modern bir ülke meydana getirme çabaları Anayasa düzeyinde de kendisini gösterecek, 1928 yılında yapılan bir değişiklikle devletin dininin İslam olduğu hükmü Anayasa'dan çıkartılacaktı. 1937 yılında ise Türkiye'nin laik bir devlet olduğu ilkesi Anayasa'ya konuldu. Bütün bu gelişmeler dışında Atatürk, yeni ulusal devletin temellerini sağlamlaştırmak ve Türk halkının ulusal bilincine katkıda bulunmak amacıyla 1925'te Türk Tarih Kurumu'nu,1932'de Türk Dil Kurumu'nu kurdu.
Türkler'in emperyalist devletlere karşı verdikleri bağımsızlık mücadelesi ve onu izleyen köklü Atatürk inkılapları, özellikle Üçüncü Dünya Ülkeleri için önemli bir örnek ve model oluşturdu.
Atatürk herhangi bir toplumsal kesimin değil, tüm halkın partisi olarak kurulan Cumhuriyet Halk Partisi'nin önderliğinde inkılapları gerçekleştirdi ve halka benimsetti.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin kurulmasından kısa bir süre sonra çok partili siyasal yaşama geçişin ilk denemesi yapıldı. Hükümetin laik ve modernleşme politikasına karşı çıkan, gerçekleştirilen devrimlerin Türkiye'nin sosyal ve siyasal yapısına uymadığını düşünen ve aralarında Rauf Orbay, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy gibi Kurtuluş Savaşı'nı yöneten bir grup komutanın da bulunduğu muhalifler; CHP'den istifa ederek 17 Kasım 1924 tarihinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurdu.
Bu ilk muhalefet partisinin başkanlığına Kazım Karabekir seçildi. Parti, gerek programı gerekse kurucularının zihniyeti bakımından "gerici" değil "muhafazakar"dı. Ne var ki, tek muhalefet partisi olduğu için devrimlere tepki gösterenlerin bu partiyi desteklemeleri siyasal ihtirasların geniş ölçüde artmasına neden oldu. Nitekim, Cumhuriyet'e ve laik gelişmelere karşı olanların yeni partide yuvalanmaları ve o sırada Güneydoğu Anadolu'da gerici Şeyh Said isyanının çıkması üzerine, Hükümet 3 Haziran 1925'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kapattı.
İKİNCİ ÇOK PARTİLİ DEMOKRASİ DENEMESİ Atatürk döneminin ikinci çok partili demokrasi denemesi 12 Ağustos 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın kurulmasıyla başladı. Serbest Fırka'nın kuruluşu Atatürk'ün isteği doğrultusunda olmuş; parti İsmet İnönü'ye muhalefeti ile tanınan eski başbakanlardan Fethi Okyar tarafından kurulmuştu. Ancak yeni parti beklenmedik bir hızla büyümüş, 1929 dünya ekonomik bunalımının oluşturduğu sorunlardan da yararlanan Cumhuriyet karşıtı gerici güçler, yeni partiyi kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya başlamışlardı.
Özellikle Fethi Okyar'ın İzmir Gezisi ve burada çıkan üzücü olaylar nedeniyle parti, 17 Kasım 1930'da kendi kendini feshetti.
Cumhuriyet yönetimi, devraldığı geri kalmış ekonomiyi geliştirmek için, öncelikle özel girişime dayanan bir modeli benimsemiş, ancak zamanla büyüyen ölçüde bir devletçilik politikası uygulamak zorunda kalmıştı.
BARIŞA RAYALI POLİTİKA Atatürk döneminde Milli Misak sınırlarına ve barışa dayalı bir dış politika izlendi. Başarılı bir diplomasi ile İstanbul ve Çanakkale Boğazları'nın milli savunma sistemi içinde yer alması sağlandı (Montreux Antlaşması,1936). Balkan (1934) ve Sadabad (1937) paktlarıyla bütün komşu ülkelere karşı izlenen dostluk politikası yaygınlaştırıldı. Avrupa'ya yönelik barışçı politikalar ve uluslararası koşulların iyi değerlendirilmesi daha önce Fransızlar'a bırakılmış olan Hatay'ın anavatana katılmasını mümkün kıldı.
Buna karşılık Milletler Cemiyeti, Türk taleplerini kabul etmeyerek, Musul ve Kerkük bölgesinin İngiltere'de kalmasını öngördü.
Hatay Atatürk'ün uğraştığı son dış politika sorunu oldu. Dinamizmi, güçlü sezgileri, güç dengelerini doğru hesap edebilmesi, iç ve dış koşulları doğru değerlendirmesiyle Atatürk, 10 Kasım 1938'de hayata veda ederken arkasında Batı modeli doğrultusunda büyük adımlar atmış, kurumları çağdaşlaşmış ve devrimleri yürekten benimsemiş bir ülke bırakmıştı.
İNÖNÜ DEVRİ VE BUNALIMLI SAVAŞ YILLARI İsmet İnönü, Atatürk'ün ölümünden sonra Türkiye'nin ikinci Cumhurbaşkanı seçildi. Devlet ve parti başkanı olarak devrinin "tek şefi" idi. Gerek dünyanın gerekse Türkiye'nin en bunalımlı yıllarında görev yaptı. Başbakanlığı döneminde, dünya ekonomik krizini devletçilik politikasıyla göğüslemeye çalışmıştı. Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT'ler) aracılığıyla sanayiyi geliştirmek istemiş ve bu yönde önemli adımlar atmıştı.
İnönü'nün en büyük başarısı Türkiye'yi İkinci Dünya Savaşı'nın dışında tutması oldu. Onun bu politikası çeşitli dengeleri aynı anda kurabilmek ve ülkenin durumunu birkaç yönden güvence altına alabilmek biçiminde gelişti. 23 Ağustos 1939'da Sovyet-Alman Anlaşması imzalandığında, bu beraberliğin Türkiye aleyhine sonuçlar verebileceğini düşünen İnönü, Fransa ve İngiltere ile anlaşma yaparak ekonomik yardım aldı (13 Ekim 1939). Daha sonra Sovyetler Birliği ile bu ülkenin Türkiye'ye saldırmayacağı güvencesini alan bir anlaşma imzaladı (25 Mart 1941). Sovyetler Birliği'ne saldırmasından birkaç gün önce ise Almanya ile bir saldırmazlık anlaşması yapmıştı (Haziran 1941). İnönü'nün bu dengeli politikası savaş boyunca devam etti.
ALMANYA VE JAPONYA'YA SAVAŞ İLANI Türkiye savaşın bitmesine kısa bir süre kala, ABD, İngiltere ve SSCB'nin yanında yer alarak Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etti ve 24 Ocak 1945 tarihli Birleşmiş Milletler bildirisini imzaladı.
5 Mart 1945 tarihinde San Fransisko Konferansı'na davet edilen Türkiye Birleşmiş Milletler kurucu üyeleri arasında yer aldı. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'na girmemiş, ama savaştan olumsuz yönde etkilenmişti. Savaş boyunca büyük bir ordu silah altında tutulmuş, fiyatlar hızla yükselmiş, temel gıda maddelerinin çoğu karneye bağlanmış, birçok madde bulunamaz hale gelmiş veya karaborsaya düşmüştü.
Uzak görüşlü bir devlet ve siyaset adamı olan İnönü, 1945 yılında önce "rejimin liberalleşmesi" gereğinden söz etti. Ardından "muhalefet partisine olan ihtiyacı" dile getirdi.
Açtığı bu yoldan, CHP'nin içinden Demokrat Parti'nin doğmasını, 1946'da CHP'yi zorlamasını ve 1950'de iktidar olmasını demokratik bir hoşgörü ile karşıladı.
Savaşın sonlarına doğru ve savaş sonrasında tüm dünyada özellikle de Avrupa'da esmeye başlayan özgürlük ve demokrasi rüzgarları iktidardaki CHP'yi de etkilemiş, partinin baskıcı yönetiminden yakınan, daha çok özgürlük ve demokrasi isteyen güçlü bir muhalefet hareketi ortaya çıkmıştı. Cumhurbaşkanı İnönü'nün hoşgörülü tutumu da bu hareketi yüreklendiriyordu.
Önceleri başını Fuat Köprülü ile Adnan Menderes'in çektiği bu muhalefet hareketinin içerisinde Atatürk'ün son Başbakanı Celal Bayar ile Refik Koraltan da vardı. Bu dört milletvekili tarihe "Dörtlü Takrir" olarak geçen ünlü önergelerini CHP Meclis Grubu'na verdiler. Önergelerinde parti tüzüğünün ve bazı yasaların değişmesini istiyorlardı. İsteklerinin geri çevrilmesi üzerine Bayar, CHP'den ve milletvekilliğinden istifa etti. Menderes, Köprülü ve Koraltan ise parti disiplinine uymadıkları gerekçesiyle CHP'den ihraç edildi.
DP'NİN KURULUŞU Bayar, Menderes, Köprülü ve Koraltan 7 Ocak 1946'da Demokrat Parti'yi (DP) kurdu. Yeni bir partinin kuruluşu tek partinin baskıcı yönetiminden bıkmış olan toplumda büyük sevinç ve ilgi uyandırdı. Demokrasinin ve liberal bir ekonomi anlayışının sözcülüğünü yapan DP, kısa sürede hızla büyüdü.
1946 seçimlerinde Meclis'e girmeyi, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde ise tek başına iktidara gelmeyi başardı. Böylece Türkiye'de tek parti dönemi sona ermiş, ilk kez halkın oyu ile iktidar değişikliği gerçekleşmiş oldu. DP, 1954 seçimlerinde oylarını daha da artırarak iktidarını perçinledi, 1957 seçimlerinde oy kaybına uğramasına rağmen 27 Mayıs 1960'a kadar iktidarını sürdürdü.
DP, 10 yıllık iktidarı süresince, ekonomiye ve halkın yaşamına elle tutulur bir canlılık getirdi. Ekonomi genişledi, halkın kazancı arttı, çok sayıda köy yol, su ve elektriğe kavuştu. Yeni alanlar tarıma açıldı, makineli ziraat başladı, ticaret hızlandı, sanayileşme doğrultusunda önemli adımlar atıldı. Yabancı sermaye ve ticaret sermayesini sanayiye yöneltme sürecine girildi.
ABD İLE YAKIN İŞBİRLİĞİ İnönü zamanında benimsenmeye başlanan Amerika ile yakın işbirliği, DP iktidarı döneminde dış politikaya yeni boyutlar getirdi. Missouri zırhlısının İstanbul'u ziyareti (1946), "Truman Doktrini" ve "Marshal Planı"nın uygulamaya konması ile Amerika'dan ilk askeri ve ekonomik yardımların gelmeye başlaması, İnönü'nün bu doğrultuda attığı temelleri sağlamlaştırmıştı. DP iktidarı döneminde Türkiye Kore Savaşı'na katıldı, NATO'ya üye oldu (1952), yabancı sermaye yatırımları ve yabancıların petrol aramaları teşvik edildi. 1954'ten itibaren DP iktidarının halktan aldığı destek zayıflamaya başladı.
Bunun başlıca nedeni, dış piyasalardaki elverişli konjonktürün sona ermesi ve ekonomide bozulma belirtilerinin ortaya çıkmasıdır. Hızla büyüyen enflasyon, özellikle büyük kentlerdeki sabit gelirlilerin, asker ve sivil bürokrasinin maddi durumunu sarsmıştı. Halktaki hoşnutsuzlukla birlikte muhalefetin ve basının eleştirileri de sertleşmişti. Bu eleştiriler karşısında iktidarın soğukkanlılığını yitirdiğine işaret eden tedbirler alındı.
İnönü'nün yurt gezilerinde karşılaştığı engeller, basını kontrol altında tutmak için başvurulan yöntemler ve "Tahkikat Komisyonu"nun kurulması ile birlikte, ülkede yaygın rejim tartışmaları baş gösterdi. Üniversite gençliği sokaklara döküldü. Sıkıyönetimin ilan edilmesiyle daha da gerginleşen ortamda, Silahlı Kuvvetler 27 mayıs 1960 sabahı yönetime el koydu.
27 MAYIS HAREKETİ VE ARA DÖNEM DP'yi iktidardan düşürmek, özellikle İnönü sempatizanı birçok subaya; siyasal ve ekonomik sorunların çözümü, ülkeyi ve demokrasiyi kurtarmanın vazgeçilmez önkoşulu gibi görünüyordu.
Silahlı Kuvvetler'in çeşitli kademelerinde Milli Birlik Komitesi (MBK) adı altında örgütlenen bu subaylar, 27 Mayıs 1960 sabahı planlı bir şekilde harekete geçerek, DP iktidarını devirerek yönetime el koydu. Sabahın ilk saatlerinde yayınlanan ihtilal bildirisinde, hareketin demokrasiyi kurtarmak ve kardeş kavgasını önlemek için yapıldığı, hiçbir şahsa ve zümreye karşı olmadığı, en kısa sürede seçimlere gidileceği ve yönetimin sivillere devredileceği açıklanıyor, NATO ve CENTO'ya bağlı kalınacağı bildiriliyordu.
Devrik Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanları ve iktidar partisine mensup milletvekilleriyle önde gelen yöneticiler, Harp Okulu'nda gözaltına alındılar.
Orgeneral Cemal Gürsel; Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı oldu. MBK, yasama görevini üstlendi ve 17 Haziran 1960'ta çoğu sivillerden oluşan yeni bir hükümet kuruldu.
MBK ÜYELERİ ARASINDAKİ GÖRÜŞ AYRILIĞI İhtilal Yönetimi ilk güçlüğü MBK üyeleri arasındaki görüş ayrılığı nedeniyle yaşadı. Üyelerden bir bölümü bir an önce seçimlerin yapılmasını isterken, diğer bölümü köklü reformlar gerçekleştirildikten sonra seçimlerin yapılmasını istedi. MBK aynı yılın Aralık ayında, yeni anayasa ve seçim yasası hazırlamakla yükümlü "Kurucu Meclis"in oluşturulmasını kararlaştırdı. Çeşitli kuruluşların temsilcilerinden oluşan Kurucu Meclis, 5 Ocak 1961'de göreve başladı. Üniversite çevrelerinden alınan anayasa taslakları, meclisin özel komisyonlarında biçimlendirilerek tartışmaya sunuldu. Kurucu Meclis'in son şeklini verdiği anayasa, 9 Temmuz 1961'de yapılan referandum sonucu kabul edilerek yürürlüğe girdi. MBK, 15 Ekim 1961'de yapılan seçimlerle iktidarı sivillere bıraktı. MBK'nın 22 üyesi Anayasa gereğince "Tabii Senatör" olarak parlamentoya girerken, Cemal Gürsel Cumhurbaşkanı seçildi.
27 Mayıs 1960 sabahı devrilen DP iktidarının yöneticileri, MBK tarafından Yassıada'da kurulmuş olağanüstü bir mahkeme olan Yüksek Adalet Divanı'nda yargılandı. Mahkeme, "Anayasayı İhlal" ile suçladığı DP yöneticilerinden 15'ine idam, diğerlerine de ağır hapis cezaları verdi. İdam cezalarından 12'si MBK tarafından müebbet hapse çevrildi.
DP iktidarının Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan ise idam edildiler. Diğer tutukluların tümü 1964'e kadar çeşitli af girişimleriyle serbest bırakıldı.
27 Mayıs ihtilalini izleyen ilk genel seçimler ortaya ilginç bir tablo çıkarmıştı. DP'nin devamı oldukları iddiasıyla siyaset sahnesine çıkan iki parti; Adalet Partisi (AP) ve Yeni Türkiye Partisi (YTP) toplam olarak DP'nin 1957'de aldığı oylardan fazlasını elde etmişti. CHP'nin oyları ise yüzde 41'den yüzde 37'ye düşmüştü.
Bu sonuç, halkın siyasal eğilimlerinin değişmediğinin, hatta ihtilale tepki gösterdiğinin bir ifadesiydi. Türkiye'nin 1960 ve 1970'li yıllardaki siyasal yaşamını büyük ölçüde etkileyecek olan AP, 11 Şubat 1961'de kuruldu. Partinin ilk genel başkanlığına emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala getirildi.
İhtilali izleyen seçimlerden sonra İsmet İnönü'nün başkanlığında kurulan ilk hükümet, CHP-AP koalisyonuydu. Bu ortak hükümet sivil rejime dönüşü kolaylaştırmakla birlikte iç uyumsuzluğu nedeniyle uzun ömürlü olamadı.
DEMİREL'Lİ YILLARIN BAŞLAMASI Gümüşpala'nın 1964'te ölümüyle boşalan AP Genel Başkanlığı'na Devlet Su İşleri Eski Genel Müdürü Süleyman Demirel seçildi. AP, 1965 seçimlerinde oyların yüzde 53'ünü alarak tek başına iktidara geldi. Bu seçimlerin bir özelliği de Türkiye'de ilk kez sosyalist bir partinin, Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) seçimlere katılması ve 15 milletvekilliği kazanmasıydı.
AP'nin 1965-1971 yıllarındaki iktidar dönemi ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan Türkiye'nin en parlak devirlerinden biri oldu. Bu dönemde ekonominin en belirgin özelliği yüksek kalkınma hızı ve düşük enflasyondu. Sanayileşme süreci hızlandı. Kırsal kesime dönük yatırımlara ve enerji projelerine öncelik verildi. Daha bağımsız bir dış politika izlendi. 1965-1971 yılları ayrıca Türkiye'nin en özgürlükçü dönemi özelliğini de taşımaktaydı. Düşünceyi sınırlayan ve antidemokratik olarak nitelenen yasa maddelerinin en az uygulandığı ve en az sayıda kişinin bu nedenle hüküm giydiği dönemdi. Bu dönemde kitleler siyasal örgütlenme yolunda önemli adımlar attılar. Yine bu dönemde basın, tarihinin en özgür yıllarını yaşadı, farklı görüşler açık biçimde yazıldı ve tartışıldı.
ÖĞRENCİ EYLEMLERİ VE 12 MART DÖNEMİ Fransa'da 1968'de başlayan ve tüm dünyaya yayılan öğrenci eylemleri, 1960'lı yılların sonlarına doğru Türkiye'nin de gündeminin birinci sırasına oturdu. Başlangıçta üniversitelerdeki öğretim biçimine ve sınav sistemine bir başkaldırı niteliği taşıyan bu eylemler, bir süre sonra siyasal ve ideolojik içerik de kazanacaktı. 1960'ların özgürlükçü ortamı, 12 Mart 1971 muhtırası ile noktalandı. Genelkurmay Başkanı ve dört kuvvet komutanının ortak muhtırası, anarşi ve terörü önlemek, rejimi esenliğe kavuşturmak gerekçesiyle; reformları Atatürkçü bir görüşle gerçekleştirecek partilerüstü bir hükümetin oluşturulmasını istemiş, aksi durumda ordunun idareyi doğrudan üstleneceğini duyurmuştu. Bu koşullarda yasal hükümetin Başbakanı Demirel aynı gün istifasını Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a verdi.
12 Mart'ın ilk hükümeti, CHP'den istifa eden Nihat Erim tarafından kuruldu. Bakanların önemli bir bölümünü "beyin takımı" olarak nitelendirilen teknokratlar oluşturuyordu. "Partilerüstü" nitelikte ve reform yapmak iddiasındaki hükümetin ilk icraatı sıkıyönetim ilan etmek ve sert önlemler almak oldu. Anayasa'nın bazı önemli maddeleri değiştirildi.
ERİM HÜKÜMETLERİNİN SONU VE İNÖNÜ-ECEVİT ÇEKİŞMESİ I. Erim Hükümeti, iç çelişkilerin oluşturduğu uyumsuzluğa fazla dayanamayarak yerini II. Erim Hükümeti'ne bıraktı. Fakat Başbakan Erim, rejime içten ve dıştan gelen tepkiler nedeniyle bir kez daha istifa etti. Yerini onun Milli Savunma Bakanlığı'nı yapmış olan Ferit Melen aldı. Onu izleyen Naim Talu Hükümeti ise bir çeşit demokrasiye geçiş sürecini başlattı. 1973'te TBMM'de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini 12 Mart'ın adayı Faruk Gürler kaybetti, AP ve CHP'nin ortak adayı Fahri Korutürk kazandı.
Bu arada, CHP'de 1969 yılından başlayarak ilginç gelişmeler yaşanmış, 12 Mart rejimine karşı izlenecek politikada Genel Başkan İnönü ile anlaşmazlığa düşen Genel Sekreter Bülent Ecevit ve arkadaşları Merkez Yürütme Kurulu üyeliğinden istifa etmişlerdi. Bu ekip 12 Mart dönemi süresince parti içinde köklü bir mücadele sürdürdü. 1972 Kurultayı'nda Ecevit ve arkadaşları İnönü'nün ekibine karşı parti yönetimine adaylıklarını koydular. Ecevit'in listesinin kazanmasıyla, İnönü genel başkanlıktan, milletvekilliğinden ve CHP üyeliğinden istifa etti. Hemen toplanan olağanüstü kurultayda, Ecevit Genel Başkan seçildi. CHP için artık yeni bir dönem başlamıştı.
ECEVİT YÖNETİMLERİ VE "MC" DÖNEMLERİ 12 Mart döneminin hukuki olarak sonunu getiren 1973 seçimlerinde hiçbir parti çoğunluk sağlayamamıştı. 1961'de olduğu gibi yine "koalisyonlar dönemi" başladı, çok sayıda hükümet kuruldu, uyumsuzluklar, güvensizlik oyları ve milletvekili transferleri birbirini izledi. 1973 seçimlerinde en yüksek oyu CHP almıştı. CHP Genel Başkanı Ecevit, uzun görüşmelerden sonra görüşlerinde İslami akımları yansıtan Milli Selamet Partisi (MSP) ile koalisyon hükümeti kurdu. Bu ilginç uzlaşma bazı olumlu sonuçlar doğurmuşsa da, dd6rgütlenme yolunda önemli adımlar attılar. Yine bu dünyada baş gösteren petrol bunalımının etkileri Türkiye'ye de yansımıştı.
1974 Haziranı'nda Kıbrıs'ta Makarios yönetimine karşı ENOSİS'çi bir darbe yapılması, Türkiye'yi Londra Antlaşması ve 1960 Kıbrıs Anayasası'ndan doğan garantörlük haklarını kullanarak adaya askeri bir müdahalede bulunmak zorunda bırakmıştı. Kıbrıs sorununun önemli ekonomik ve siyasal sonuçları oldu. Batı'nın Türkiye'ye karşı aldığı olumsuz tavır, ABD'nin ilan ettiği ekonomik ambargo, Kıbrıs Harekatı'nın zorunlu kıldığı harcamalar ülkede büyük sıkıntılar meydana getirdi. Kıbrıs sonrası izlenecek dış politika konusundaki anlaşmazlığın da etkisiyle CHP-MSP koalisyonu dağıldı. Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından görevlendirilen Kontenjan Senatörü Sadi Irmak'ın kurduğu hükümet ise Meclis'ten güvenoyu alamadı.
Bu arada, 1971'de AP'den ayrılan ve çıkarılanlar tarafından kurulan Demokratik Parti'de (DP) çözülmeler başlamıştı. Milletvekili sayısını artıran AP, MSP, MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) ve CGP (Cumhuriyetçi Güven Partisi) ile bir araya gelerek çoğunluğu sağladı. Yeni hükümeti kurma görevi Demirel'e verildi. Demirel, 1977 yılı seçimlerine kadar görev yapacak olan ve "Milliyetçi Cephe" (MC) adı verilen hükümeti kurdu.
DÖVİZ DARBOĞAZINA GİRİLDİ MC dönemi 1977 seçimlerinden sonra da devam etti. Bu seçimde de hiçbir partinin tek başına çoğunluk sağlayamaması üzerine Demirel bu kez II. MC Hükümeti'ni kurdu. 1978 Ocak ayına kadar görevde kalan bu hükümet de ekonomik sıkıntılar, dış politika sorunları ve giderek tırmanan terör karşısında çaresiz kaldı. Ülke döviz darboğazına girmiş, ithalat yapılamaz olmuş, hükümet kısa vadeli ve yüksek faizli kredilerle bu durumdan kurtulmaya çalışmıştı.
Türkiye'nin içinde bulunduğu bunalım, 1977'nin Aralık ayında 11 AP milletvekilinin partiden istifa etmesi ile yeni bir boyut kazandı. Demirel'in başkanlığındaki II. MC Hükümeti düşürüldü; CHP lideri Ecevit, 11 bağımsız milletvekili, DP ve CGP milletvekillerinin desteğiyle yeni hükümeti kurdu. Bu dönemde ekonomik sorunlar büsbütün ağırlaştı. Temel gıda maddeleri, benzin ve tüpgaz bulunamaz oldu. Kuyruklar ve karaborsa başladı. 1979 sonlarında yapılan Cumhuriyet Senatosu kısmi yenileme seçimlerinde CHP ağır bir yenilgiye uğrayınca, Başbakan Ecevit görevden çekildi. Demirel bu kez MSP ve MHP'nin dışarıdan desteğiyle AP azınlık hükümetini kurdu (25 Kasım 1979).
1979'un son günlerinde Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları, Cumhurbaşkanı Korutürk'e bir uyarı mektubu verdiler. Ancak iktidar ve muhalefet partileri uyarının muhatabı olmadıklarını açıkladılar. Demirel Hükümeti'nin ekonomik durumu iyileştirmek için aldığı 24 Ocak Kararları, kısa sürede olumlu sonuç vermişse de, terör olayları sürmekteydi. Birçok ilde sıkıyönetim ilan edilmişti.
Öte yandan, 1980'in ilk aylarında görev süresi dolan Fahri Korutürk'ün yerine bir türlü yeni cumhurbaşkanı seçilememişti.
Askeri müdahale, ordunun 12 Eylül 1980 sabahı, emir ve komuta zinciri içinde yönetime el koymasıyla gerçekleşti.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve Kuvvet Komutanları'ndan oluşan Milli Güvenlik Konseyi (MGK), TBMM'yi ve hükümeti feshetti. Tüm ülkede sıkıyönetim ilan edildi; AP, CHP, MSP ve MHP genel başkanları gözaltına alındı. Müdahaleden sonra yasama ve yürütme yetkilerini bünyesinde birleştiren MGK, Konsey'in başkanı olan Orgeneral Kenan Evren'i Devlet Başkanlığı'na getirdi. Yeni hükümet Oramiral Bülent Ulusu başkanlığında kuruldu. Yeni hükümette son AP Hükümeti'nin Başbakanlık Müsteşarı ve 24 Ocak Kararları'nın mimari Turgut Özal da Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı.
Bu dönemde, Demirel hükümeti tarafından başlatılan ekonomik istikrar politikası aynen sürdürüldü. Dış politikadaki en önemli gelişme, NATO Başkomutanı'nın adıyla anılan "Rogers Planı"nın MGK yönetimi tarafından kabulü ve ülkenin uzun süredir izlediği politikaya aykırı olarak Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönmesine izin verilmesiydi.
Yeni bir anayasa hazırlanması için Haziran 1981'de, MGK ve Danışma Meclisi'nden (DM) oluşacak yeni bir "Kurucu Meclis" oluşturulması kararı alındı. DM üyelerinin açıklandığı gün daha önce etkinlikleri yasaklanmış olan tüm siyasi partiler MGK tarafından kapatıldı ve mal varlıklarına el kondu.
1982 ANAYASASI VE YENİ PARTİLER DM Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan yeni anayasa 7 Kasım 1982'de halkoyuna sunuldu ve yüzde 91.2 "evet" oyuyla kabul edildi. Yeni anayasanın kabulü ile Kenan Evren "Cumhurbaşkanı" sıfatını aldı. Siyasi Partiler Yasası 24 Nisan 1983'te yürürlüğe girdi ve yeni siyasi partilerin kurulması için siyasal faaliyetler kademeli olarak serbest bırakıldı.
Merkez sağda emekli Orgeneral Turgut Sunalp başkanlığında, "12 Eylül ruh ve felsefesinin devamı" olduğunu açıklayan Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) kuruldu. MGK tarafından pek de hoş karşılanmayan ikinci parti kurma girişimi de Kurulan üçüncü parti, merkez sol eğilimli olması amaçlanan Halkçı Parti'ydi (HP).
HP'nin genel başkanlığını Bülent Ulusu'nun Başbakanlık Müsteşarlığını yapmış olan Necdet Calp üstlenmişti. Bunların yanında AP'nin devamı olarak bilinen Doğru Yol Partisi (DYP) ve İsmet İnönü'nün oğlu Erdal İnönü'nün başkanlığında Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) kuruldu. MGK yeni kurulan partilerin kurucu listelerini incelemeye aldı ve bunlardan büyük bir bölümünü veto etti. En çok vetoyu SODEP ve DYP listeleri almış ve iki parti de öngörülen süre içinde kurucu yeter sayısını tamamlayamadığı için genel seçimlere katılma hakkını elde edememişti.
ÖZALLI YILLARIN BAŞLAMASI 6 Kasım 1983 seçimlerine yalnızca ANAP, MDP ve HP katıldı ve yüzde 45.1'lik oy alan ANAP tek başına iktidar oldu. 24 Kasım 1983'te toplanan TBMM'de başkanlık divanının oluşmasıyla MGK'nın görevi sona erdi. MGK'nın dört üyesi "Cumhurbaşkanlığı Konseyi Üyesi" olarak göreve başladı. 13 Aralık'ta ise Turgut Özal başkanlığında I. ANAP Hükümeti kuruldu.
Turgut Özal'ın liderliğindeki ANAP, 1983 seçimlerinde tek başına iktidara gelmiş, 1987 seçimlerinde de iktidarda kalma başarısını sürdürmüştü.
Özal döneminin en önemli özelliği art arda yapılan cesur ve kararlı reformlarla ekonominin yön ve kabuk değiştirmesi oldu. Özal'ın "Büyük Transformasyon" olarak nitelendirdiği bu liberal dönüşümle, Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu ve Kambiyo Rejimi kökten değiştirildi, ithalat ve ihracat serbestleştirildi, dövizde "serbest kur" sistemine geçildi. Daha önce dışa kapalı bir ekonomik model olan "ithal ikamesi"nin yerini, "ihracata öncelik" tanıyan dışa açık bir ekonomi politikası aldı. Bu dönemde devlet sübvansiyonları azaltıldı, üretim ihracata yöneltildi, devletin gelirlerini artırmak için Katma Değer Vergisi yürürlüğe kondu. Gelir Ortaklığı Senetleri satışa çıkartıldı, Toplu Konut ve Özelleştirme idareleri kuruldu, serbest ticaret bölgeleri oluşturuldu. Böylece ekonomik büyüme hızlandırıldı, kronikleşen döviz açığı sorunu çözüldü.
DIŞ POLİTİKA VE ÖZAL'IN CUMHURBAŞKANI SEÇİLMESİ Dış politikadaki en önemli gelişme ise Türkiye'nin Avrupa ülkeleriyle ilişkilerinde gözlenen göreli iyileşme oldu. Nitekim, Türkiye ile ilişkilerini askıya almış olan Avrupa Konseyi Danışma Meclisi, Türk parlamenterlerinin bu kurula katılmasını Mayıs 1984'te kabul etti.
Öte yandan, yıllardır sürmekte olan İran-Irak savaşında tarafsız bir politika izleyen Türkiye, her iki ülkeyle ticaretini olumlu yönde geliştirdi.
Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönmesine izin verilmesinden sonra canlanan ABD ilişkilerindeki düzelme devam etti. Türkiye bu dönemde özellikle Ortadoğu ve Avrupa ülkeleriyle kurduğu yoğun ticaret ilişkileri nedeniyle ihracatında ve turizm gelirlerinde büyük artışlar sağladı. I. Özal Hükümeti döneminde iç siyasette de önemli gelişmeler oldu. HP ve SODEP, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) adıyla birleşti. CHP'nin yasaklı genel başkanı Bülent Ecevit'in ekibi de Demokratik Sol Parti'yi (DSP) kurdu. 6 Eylül 1986'da yapılan halkoylaması ile siyasal yasaklar kaldırıldı ve Bülent Ecevit DSP'de, Süleyman Demirel DYP'de, Alparslan Türkeş Milliyetçi Çalışma Partisi'nde (MÇP), Necmettin Erbakan Refah Partisi'nde (RP) genel başkanlığa getirildi.
1987 yılında yapılan erken genel seçimlerde ANAP yüzde 36 oyla yine tek başına iktidara gelirken, SHP yüzde 24.75 ve DYP yüzde 19.15 oranında oy aldı, diğer partiler yüzde 10'luk oy barajını aşamadıkları için TBMM'ye giremediler. Kenan Evren'in görev süresinin dolması üzerine, Turgut Özal Cumhurbaşkanı seçildi. Görevi 9 Kasım 1989'da devralan Turgut Özal'ın Başbakanlığa atadığı Yıldırım Akbulut, Kasım 1989'da toplanan ANAP Olağanüstü Büyük Kongresi'nde genel başkan seçildi.
KÖRFEZ KRİZİ Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Irak'ın Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal etmesiyle başlayan Körfez Krizi sırasında, kişisel diplomasi ataklarıyla Türkiye'nin uluslararası alanda ön plana çıkmasını ve müttefiklerin yanında aktif bir rol almasını sağladı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin Irak'a ekonomik ambargo uygulanması yönündeki kararını ilk uygulayanlardan biri Türkiye oldu, Irak petrollerini Yumurtalık'a taşıyan petrol boru hattı kapatıldı. 1990'da patlak veren Körfez Savaşı sırasında da Türkiye'deki ABD üslerinin, müttefiklerin hava operasyonlarında kullanılmasına izin verildi. Körfez Savaşı'nın ardından 1991 ilkbaharında Türkiye, çoğunluğunu Kürtler'in oluşturduğu bir milyon kadar Kuzey Iraklı sığınmacının göç hareketiyle karşılaştı.
Müttefiklerin 36. paralelin kuzeyindeki Irak topraklarını "Güvenlik Bölgesi" ilan etmesinden sonra sığınmacıların büyük bir bölümü yurtlarına döndü.
Haziran 1991'de ANAP Genel Başkanlığı'na Yıldırım Akbulut'un yerine Mesut Yılmaz'ın seçilmesi, yeni bir hükümet oluşumunu da beraberinde getirdi.
Yılmaz başkanlığında kurulan yeni hükümet ise erken seçim kararı alacak ve 21 Ekim 1991'de genel seçimler yapılacaktı. Seçim kampanyasında demokratikleşme ve enflasyonu durdurma temalarına ağırlık veren DYP yüzde 27.03 oy oranıyla birinci parti oldu. Onu ANAP, SHP, RP ve DSP izledi. Yeni hükümet 20 Kasım 1991'de Süleyman Demirel'in başkanlığında bir DYP-SHP koalisyonu olarak kuruldu. Ekonomik büyümeyi canlandırmak ve ücretlilerin reel gelirlerini artırmakta bir ölçüde başarılı olan bu hükümet, demokratikleşme yönünde bazı adımlar attı.
SOVYETLER BİRLİĞİ'NİN DAĞILMASI 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya Cumhuriyetleri ile gerek Cumhurbaşkanı Özal'ın gerekse hükümetin çeşitli girişimleriyle çok yönlü ilişkiler kuruldu. Böylece, Türkiye için bir "bölge devleti" olma yolunda yeni ufuklar açıldı. Haziran 1992'de bir zirve toplantısıyla kurumsallaştırılan, Kafkasya ve Balkanlar dahil bütün Karadeniz havzasını içine alan Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Türkiye'nin bu bölgedeki önemini daha da artırdı. Ayrıca Türkiye, Bosna-Hersek ve Somali konularında da aktif bir rol oynadı.
Turgut Özal'ın 17 Nisan 1993'te vefat etmesi üzerine, Cumhurbaşkanlığı görevine Süleyman Demirel seçildi. Demirel'den boşalan DYP Genel Başkanlığına ise 13 Haziran'da yapılan olağanüstü büyük kongrede Tansu Çiller getirildi. Türkiye'nin ilk kadın Başbakanı olan Çiller'in kurduğu yeni DYP-SHP Koalisyon Hükümeti 25 Haziran 1993'ten 25 Aralık 1995 seçimlerine kadar görevde kaldı.
ANAYOL VE REFAHYOL HÜKÜMETLERİ 1995 seçimlerinde Refah Partisi yüzde 21 oy oranıyla birinci parti oldu. 5 Mart 1996'da Mesut Yılmaz'ın başkanlığında "Anayol" olarak adlandırılan ANAP-DYP koalisyon hükümeti kuruldu. Bu hükümet dört ay sürdü. RP'nin hükümet hakkında verdiği gensoruyu DYP'nin destekleyeceğini açıklaması üzerine Başbakan Yılmaz, 6 Haziran 1996'da Cumhurbaşkanı Demirel'e istifasını sundu. Demirel bu kez RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ı hükümeti kurmakla görevlendirdi. Erbakan, "Refahyol" olarak adlandırılan RP-DYP koalisyon hükümetini kurdu.
DYP Genel Başkanı Tansu Çiller bu hükümette Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. Bu dönemde yoğunlaşan irtica tartışmaları, sosyal ve siyasal bir gerilimin doğmasına neden oldu.
28 ŞUBAT SÜRECİ Milli Güvenlik Kurulu 28 Şubat 1997 tarihli toplantısında, irtica tehlikesinin tırmanmakta olduğu uyarısını yapınca yeni bir süreç başladı.
Bu gerilimli süreçte, Başbakan Erbakan görevi hükümet ortağı DYP'nin Genel Başkanı Çiller'e devretmek amacıyla 18 Haziran 1997'de istifa etti. Cumhurbaşkanı Demirel ise 19 Haziran 1997'de, hükümeti kurmakla Çiller'i değil, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'ı görevlendirdi ve Yılmaz'ın kurduğu, kamuoyunda "Anasol-D" olarak adlandırılan ANAP-DSP-DTP koalisyon hükümetini onayladı.
12 Temmuz 1997 tarihinde güvenoyu alan Anasol-D Hükümeti döneminde erken seçim kararı TBMM'de büyük çoğunlukla alınarak, genel ve yerel seçimlerin 18 Nisan 1999 tarihinde birlikte yapılması kararlaştırıldı.
18 NİSAN SEÇİMLERİ Yönetimde 17 ay kalan hükümet, muhalefet tarafından verilen bir gensoruyla 25 Kasım 1998 tarihinde düşürüldü. Cumhurbaşkanı tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Bülent Ecevit'in girişimleri sonuçsuz kalınca, görevi Muğla Bağımsız Milletvekili ve Sanayi Bakanı Yalım Erez aldı. Yalım Erez'in hükümet kurma çalışmaları devam ederken, DYP Genel Başkanı Çiller'in Ecevit'in başbakanlığında kurulacak bir azınlık hükümetine destek vereceğini açıklaması, güvenoyu alacak bir hükümet formülü ortaya çıkardı. Nitekim, Bülent Ecevit tarafından 17 Ocak 1999 tarihinde kurulan azınlık hükümeti güvenoyu alarak, 18 Nisan seçimlerine kadar görev yaptı. Seçim sonucunda DSP, MHP, FP, DYP ve ANAP parlamentoda temsil edilme hakkı kazanırken, CHP yüzde 10'luk ülke barajını aşamayarak parlamento dışında kaldı. DSP oylarını yüksek oranda artırırken, MHP de en fazla oy alan ikinci parti oldu. ANAP ve DYP gibi merkez sağ partileri ise büyük oy kaybına uğradı.
Ocak 1998 tarihinde kapatılan Refah Partisi'nin bağımsız kalan milletvekillerinin çoğunun katılımıyla kurulan FP de oy oranını koruyamadı.
57. HÜKÜMET VE SEZER'İN CUMHURBAŞKANI SEÇİLMESİ 28 Mayıs 1999 tarihinde, seçimlerden birinci parti olarak çıkan DSP'nin Genel Başkanı Bülent Ecevit'in başkanlığında DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti kuruldu.
Bir uzlaşma ve atılım hükümeti olarak kurulan 57. hükümet, göreve başlar başlamaz Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin sivilleştirilmesi, Bankalar Kanunu, "Uluslararası Tahkim"i öngören Anayasa değişikliği ve Sosyal Güvenlik Reformu gibi önemli konularda yeni yasaların çıkmasını sağladı.
1999 yılı Helsinki Zirvesi'yle başlayan Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde, uyguladığı ekonomik istikrar programı ile enflasyonla mücadelede önemli gelişmeler kaydeden hükümet, Cumhurbaşkanlığı seçimini uzlaşıya dayalı bir anlayış çerçevesinde sonuçlandırdı.
16 Mayıs 2000 tarihinde görev süresi dolan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in yerine, parlamentoda temsil edilen 5 partinin Genel Başkanlarının katıldıkları bir teklifle aday gösterilen Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer, 3. turda 330 oyla Türkiye'nin 10. Cumhurbaşkanı seçildi.