Alpaslan Akkuş
İstanbul
Bizim İlkay’ın Kadıköy’deki evinde sabaha kadar oynardık, Championship Manager yeni çıkmıştı.
Takımlar kurar, taktikleri belirler, elimizi çenemize koyar koltuğa yaslanır izlerdik.
Taktik senden, oyun bilgisayardandı çünkü.
Arada durdurup oyuncu değiştirir, ya da şablonla oynardın.
Gerisi Bill Gates.
Oyun gelişip Türkiye ligi de dâhil olunca Fenerbahçe’yi aldım.
Son maça kadar geldim.
Liderim. Kadıköy’de Altay’la oynuyoruz.
İlk yarı 1-0 öndeyken ikinci yarı iki tane yedim şampiyonluk gitti.
Denizli sendromunu yıllar önce yaşadım.
Klavyeyi kırdım, monitörü İlkay kurtardı.
Sonra teşhisi koydu: Birader Fenerbahçe bu, gerçekte de ne yapacağı belli olmaz dedi. Sonra evlendik filan, pek görüşemedik.
Malum sürecin kemikleştirdiği tribün yumruklarını sıkmış şöyle bağırıyordu geçen yılın maçlarında: “Fenerbahçe yıkılmaz, cümle alem bir olsa başa çıkamaz.”
Bağıranların gözüne baksanız ateşi görürdünüz, ama bir o kadar da endişeyi.
Çünkü Fenerbahçe olmazları olduran, en gülücüklü anınızda şaşırtandır.
Çünkü Fenerbahçe Pi’nin yaşamında izlediğimiz gibi okyanusları geçen, Denizlilerde boğulabilen bir tuhaf özgeçmişe sahip.
İyi de bunların konumuzla ne alakası var.
Umuyorum ki hiç olmayacak.
Çünkü Fenerbahçe’nin artık kendi içerisinde bir tutarlılığı var.
Hem de yıllardır.
Mesela son 3 sezondur, Ocak ayından sonra çok ciddi bir form yükselişi oluyor.
Buna tesadüf denmesi zor.
Fenerbahçe sadece maçların değil ligin de ikinci yarısında vites yükseltiyor.
Bu hep geri düştükten sonra oluyor her nedense, ama oyun hep yükselen grafik çiziyor.
Bu sene de durum aynı.
Emre, Webo ve Ziegler’le güçlendirilen kadro ilk yarı maçlarının aksine sahaya daha sağlam basıyor, rakibi daha iz bırakıcı ısırıyor.
Üstelik bu oyuncuların katılımıyla sağlanan o sağlam duruş, onlar yokken de sürebiliyor.
Peki bugün özelinde sahada ne olur?
İlk maçtaki oyundan herkes memnun.
Ama rakibi hücuma taşıyan sol bekin cezalı olduğunu, onun yerine sağ bekin sola, sağ açığın da beke geçtiğini duymayan kalmadı.
Yani bambaşka bir dizilişle oynadılar ve asıl halleriyle geliyorlar.
Kooperatif arsalarındaki maçlarda bir yandan defanstan oyun kurup, bir yandan çocuklara topçuluğun esaslarını öğreten eski amatör kulüp antrenörü amca kıvamındaki Horvath arkadaş, bu dizilişte daha etkili olacaktır muhakkak.
Haliyle oyunu oradakinden daha fazla tutacaklardır.
Fenerbahçe karşı hamle olarak, kontra kovalayabilir, ya da yine pas oyunuyla rakibi bayıltmaya çalışabilir.
Webo’suz ama yine iki forvet karakterli oyuncuyla tam saha baskının zor olduğunu Bursa maçında gördük.
Bu bakımdan Semih’siz bir oyun daha muhtemel görünüyor.
Gökhan’ın durumuna göre önde Topuz ya da Caner, Sow’a desteğe Kuyt seçenektir.
Selçuk Salih tercihi de elbette bir oyun karakteri mesajıdır.
Aykut Hoca da bunlar arasında dönüyduruyordur muhtemelen.
Ama aslolan şey her maçta olduğu gibi aynı.
Bursa maçının ikinci yarısında Emre ve Webo’suz oyunda yapılan şey.
Alan bırakmamak, çok koşmak, topu alana yakın durmak, ve mutlaka basketbol gibi ilerde yerleşik değil, hızla yeni arayışlar getiren setler kurmak.
Yani hep söylüyoruz ya işte: Arkadaşının arkasını kolla, birbirine destek ol.
Hani klasik olmasın da hücumda dağılırken bir ağaç gibi tek ve hür, savunma yapar orman gibi kardeşçesine.
Maçın ilk düdüğünde tribündeki omuz omuza gibi sımsıkı.
Fener'e rahat batar, rahat etmeyin ama huzursuz da olmayın. Öyle yani.
Maçtan önce çok konuşmamak lazım.
Sözün özü, Christian Baroni görümlü Emreler olmalı bugün sahada.
Chris kadar buz, Emre kadar ateşli.
Sadece ikisinin yerini zamanını iyi ayarlamalı Fenerbahçe.
Pas yapmalı evet, ama ceza sahasının değil orta sahanın önünde. Basmalı evet, ama ilerde ve fütursuzca değil, kontrollü ve orta sahanın önünde. Oyun alanı ne kadar kısaltılırsa, hata payı o kadar iner.
Bir söz bir pankarttan korkan UEFA yetkililerine.
Ah be gözüm, futbolu canlandırmaya değil bitirmeye hamle yapıyorsunuz hep.
Taraftar değil ağaç yetiştiriyorsunuz, meyvesiz.
Siz astırmadınız ama ben söyleyeyim “ATTACK WITH A SILENT SCREAM”.
Yine dünyanın dört bir yanında sokaklarda, büyük restoranlarda, evlerin arka küçük odalarında, tel nöbetlerinde, hücre evlerinde, yatakhanelerde, yurt kantinlerinde sizin hiç duyamayacağınız haykırışlar yükselecek.
Siz hiç duymayacaksınız ama çubuklular duyacak. Ve saat gece yarısını vurduğunda gür bir ses çıkacak. İşte onu sağır kulaklarınız bile duyacak. Fenerbahçe Yıkılmaz.
BBC'nin Avrupa futbolundan derlediği haber, analiz ve izlenimleri, BBC Türkçe'nin Facebook'taki futbol sayfası Altıpas'ta da okuyup paylaşabilirsiniz.