Kevin Connolly
BBC, Kudüs
Limon ağacımızın iri yarı iki adam tarafından kamyonetin arkasından indirilişini izlerken durduğumuz sevinç, ağacı tohumdan yetiştirmekten duyulacak zevk kadar büyüktü.
Bir hayatın yarısı kadar sürecek bir iş yarım saatte olup bitmişti.
Limon ağacının zarif yaprakları, inanılmayacak kadar çok sayıda dikeni gizliyordu.
Ama şu anda ağacın dikenleri, ellerimden ziyade vicdanıma batıp duruyor.
İsrail'de balkonlarında çicek ve bitki yetiştiren herkes gibi biz de yazın kavurucu sıcaklarında limon ağacımızı canlı tutmak için balkona ufak bir sulama sistemi kurduk.
Aslında bir iki metrelik kahverengi plastik boru ve saatten fazla birşey değil bu sistem ama dikkatle hesaplanmış su miktarının borudan geçtiğini her işittiğimde, çölün daha da kuruduğu hissine kapılıyorum.
Bölge topraklarında yaşanan su sorunu, genellikle İsraillilerle Filistinliler arasındaki daha geniş kapsamlı gerilim çerçevesinde haber konusu oluyor.
Yakınlarda örneğin, Fransız parlamenterlerin bir raporunda Batı Şeria'da yerleştirilen 450 bin İsraillinin, aynı bölgede yaşayan 2,3 milyon Filistinliden daha fazla su kullandığı kaydedildi.
Kaynakların kullanımındaki adalet ya da adaletsizlik elbette ki önemli.
Ama sonuçta daha önemli olacak bir konu var ki o da, bu bölgedeki herkesin yaşamı için gerekli olan göl ve nehirlerdeki suların tehlikeli boyutlarda azalıyor olması.
Ürdün nehri, Taberiye Gölü'nden güneye, Ölü Deniz'e taşıyor suyu. Ve bu sırada da Filistin, Ürdün ve İsrail topraklarından geçiyor.
Şu sıralarda birçok noktada Ürdün nehri kirli ve zayıf bir su olmaktan öteye gitmiyor. Ama bir zamanlar durumun çok farklı olduğunu gösteren işaretler hala mevcut. Vadinin ortalarında çoktan terkedilmiş olan bir hidroelektrik santral bulunuyor.
19. yüzyıldan kalma yazışmalardan da öğreniyoruz ki, Amerikalı donanma subayı William Lynch, 1840 yılında ABD yönetimini Ürdün vadisinin içlerinde bir keşif yapılması için para vermeye ikna etmiş.
Lynch, sık sık son derece ürkütücü akıntılarla karşılaştıklarını, dalgalarda teknelerinin önünün Titanların güçlü darbeleri altında kalmışcasına sarsıldığını anlatıyor.
William Lynch'in Amerikalıları fon sağlamaya ikne etmek için biraz abarttığını varsaysak bile o zamanlarda Ürdün nehrinde şimdikinden çok daha fazla su olduğu kesin.
Bu azalmanın bir nedeni, İsrail'in kendi su şebekesi için Taberiye Gölü'nden su çekmesi; bir diğer nedeni de komşu Arap ülkelerinin Ürdün nehrini besleyen diğer nehirlerden su alması.
Ürdün nehrinde olanları en iyi anlamanın yolu, sonunda karıştığı Ölü Deniz'deki suyun düzeyine bakmak olur. Ölü Deniz'le ilgili en çarpıcı nokta her yıl bir metre küçülüyor olması. Ölü Deniz, 1930'lardaki boyutlarının üçte ikisi kadar şimdi.
Bir zamanlar bir yakasından karşıya yelkenliyle geçebilmek ölüm demekti Ürdün nehrinde. Yüz yıl kadar daha geçsin, yürüye yürüye karşıdan karşıya geçilebilecek büyük olasılıkla. Dolayısıyla birşeyler yapmak şart. Ve Orta Doğu'da su ile ilgili tutumlar her zaman da akılcı olmuyor.
Örneğin bölge toprağına uygun olmayan muz ve portakal gibi ağaçların yetiştirilmesinin ne kadar anlamlı olduğu tartışılıyor yaygın şekilde.
Bizim apartmanın bahçesindeki çimenleri sulayan fıskiye her çalıştığında tedirgin oluyorum.
Çölün bir yerlerinde yetiştirilmiş yemyeşil alanlarda düzenlenen golf turnuvalarını televizyondan yayınlanırken de umutsuzluğa kapılıyor, doğal koşullara bunca meydan okumamızın neye mal olduğunu sorguluyorum kendi kendime...
Ve tabii, benim limon ağacım da kendi çapında zararlı oluyor bir bakıma. Sulama sistemin borularından ne zaman bir su şırıltısı işitsem, Ölü Deniz'in birkaç santimetre daha alçaldığını düşünüyorum.
Biz buradan ayrılıncaya kadar ağacın apartmandaki asansöre sığamayacak kadar büyüyeceğini, dolayısıyla balkondan indirilmesi için bir vinç kiralamam gerekeceğini söylediler.
Limon ağacımı satmak yerine Ölü Deniz kıyısına götürüp oraya dikmek istiyorum.
Balkondaki sulama desteğinden yoksun kalınca belki de fazla büyümez ama kendi başının çaresine bakmayı öğrenmesi için iyi gelir...