Alper Ballı
BBC Türkçe
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, silah ve demokratik siyasetin bir arada olmayacağını vurgularken, HDP'nin sırtını ne silaha ne de PKK'ya dayadığını söyledi.
Demirtaş, HDP'nin kendini Kandil, İmralı ve Türkiye'de artan milliyetçilik, şiddet olayları arasında sıkışmış hissetmediğini kaydederken, ''Devletin de siyaseti silahla baskı altına alma, zor altına alma politikasını asla kabul etmiyoruz. PKK'nin de silahlı şiddet eylemlerini kabul etmiyoruz. Dolayısıyla bizi zorlayan şey, savaşın kendisidir. Yoksa biz, PKK, Ankara ve İmralı arasında sıkışmış falan değiliz'' dedi.
''PKK'nin nihai olarak Türkiye'ye karşı savaşı bitirip, silahları tümden bırakacağı bir sürecin yeniden başlaması gerektiğini düşünüyoruz'' diyen HDP eş başkanı, 'yeni müzakere sürecinin kapalı kapılar ardında değil, yasal bir çerçevede şeffaf, parlamentonun devrede olmasıyla yürütülmesi gerektiğini' söyledi.
Demirtaş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın PKK'nın silahlarını betona gömmesi çağrılarına ise, ''Parlamentonun bu iş için bile bir yasa çıkarması lazım. Silahlarını nereye bırakacak? Hangi betona gömecek? O betonun çimentosunu, kumunu nereden alacak? Bunun bile bir yasasının olması lazım. Dolayısıyla parlamento bu kadar ciddiyetsiz yaklaştıkça, silahı bırak çağrılarıyla bu iş olmuyor'' diye konuştu.
2 Kasım genel seçimi için yürüttüğü kampanya çerçevesinde Türkiyeli seçmenlerle bir araya gelmek üzere Londra'yı ziyaret eden Selahattin Demirtaş, BBC binasında BBC Türkçe Servisi'nin sorularını yanıtladı.
- Ankara saldırılarından sonra devleti katil olmakla suçladınız. Üzerinden bir hafta geçti, Başbakan özür dilemenizi bekliyor. Bugün olsa reaksiyonunuz farklı mı olurdu?
Demirtaş: Geçen hafta içerisinde ne kadar haklı olduğum ortaya çıktı aslında. Türkiye'de bir çok gazete aslında IŞİD elemanlarının, canlı bomba olarak kullanılan IŞİD elemanları dahil olmak üzere, istihbaratın takibi altında olduklarını, aslında gözaltına alındıklarını, serbest bırakıldıklarını hatta telefonlarının dinlendiğini ve Ankara emniyetinde Ankara eylemini yapabileceklerine dair istihbarat olduğunu, bunların hepsini gazeteciler ortaya çıkardılar. Dolayısıyla ne kadar haklı olduğum ortaya çıktı. Burada özür dilemesi gereken Başbakan'ın kendisi. Devlet içerisinde IŞİD'e sempatiyle bakan, IŞİD'i kendi çıkarları için kullanan bir anlayış, bir ekip var. Siyasi iktidar da bütün bunlarla iyi geçinen bir politika izledi. Dolayısıyla sorumluluk devlette ve hükümettedir.
- Sadece ihmalle suçlamıyorsunuz yani devleti?
Demirtaş: Hayır, hayır. İhmallik bir şey değil. Hem Suruç, hem Diyarbakır hem de Ankara saldırılarının tamamında devlet içinden bir işbirliği söz konusu. Örneğin Diyarbakır'da bombayı patlatan şahıs bir gün önce kaldığı otelden gözaltına alınıyor. IŞİD üyesi olmaktan hakkında arama kaydı var, buna rağmen kendisine herhangi bir soru sorulmuyor ve serbest bırakılıyor. Peki onu serbest bırakan polis açığa mı alındı, soruşturuldu mu? Hayır. Terfi etti. Emniyet amiriyken emniyet müdür yardımcısı oldu. Bunlar ihmalle falan açıklanacak şeyler değil.
- Peki siz saldırıların aydınlatılmaması ve soruşturmalara ilişkin eleştirilerinize hükümetten ne yanıt alıyorsunuz?
Demirtaş: Hükümet sürekli bir savunma içerisinde ve aslında ne devletin, ne hükümetin ne IŞİD'in bu işte bir sorumluluğu yok diyor. En çok da IŞİD'i savunuyorlar. Yani hiçbir zaman tek başına 'IŞİD bunu yapmıştır ve kınıyoruz' cümlesini hükümetten duymuş değiliz. IŞİD'le birlikte en az 4-5 örgütü birlikte saydıktan sonra hepsi bizim için aynıdır diyebiliyorlar. IŞİD'i bir kokteyl içerisinde ancak eleştirebiliyorlar. Dolayısıyla biz hükümetten bir beklenti içinde değiliz. Anlayış olarak da IŞİD'e ters bir anlayışa sahip olduğunu düşünmüyorum AKP'nin.
- Siz 7 Haziran'dan bu yana çatışmalarda, saldırılarda bine yakın kişinin hayatını kaybettiğini söylediniz, bunların arasında PKK saldırılarında ölen asker ve polisler de var. 'PKK konusunda dilinizin yeterince sert olmadığı' eleştirilerine ne diyorsunuz?
Demirtaş: Biz Türkiye'deki siyasi konumumuz itibariyle özgün bir partiyiz. Ankara'da hükümetle, devlet yetkilileriyle, İmralı'da Sayın Öcalan'la, Kandil'de KCK yöneticileriyle aynı anda görüşme yapabilen tek parti biziz. Dolayısıyla bütün çevreler üzerinde belli bir ağırlığımız var ve tamamı için de bir ara bulucu rolü, ikna edici, tarafları buluşturan bir çaba, faaliyet içerisindeyiz. O nedenle bizim ağırlığımız diğer partilere göre çok daha fazladır. Biz diğer partilerin kullandığı dili, literatürü kullanmak zorunda hissetmiyoruz kendimizi. Bizim PKK'ye yönelik bir eleştirimiz CHP, MHP ve AKP'nin en sert kınamasından daha etkilidir. Dolayısıyla PKK'ye karşı kullandığı şiddet yöntemleri ve silaha yeniden başvurması nedeniyle sürekli eleştiri yaptık, ateşkes, barış çağrısı yaptık. Bu PKK üzerinde diğer partilerin yaptığı kınama gibi çağrılardan çok daha etkili oldu.
- Ama geriye dönüp baktığınız zaman 7 Haziran'dan sonra çatışmalar, saldırılar tırmandı. Geçen hafta da PKK eylemsizlik kararı aldı. Peki PKK niye yapmış oldu bunu?
Demirtaş: 24 Temmuz'dan sonra biliyorsunuz hükümet Kandil'e hava saldırıları başlattı. Burada PKK'nın niye ateşkesi bozduğundan çok, hükümetin ateşkesi neden bozduğu doğru sorudur. Bu ortaya çıkmadığı sürece de anlaşılamaz. Bakın, uzun süre hükümet ateşkesi bozmak için elinden geleni yaptı. Seçim döneminde Ağrı, Diyadin'de ateşkes devam ediyor olmasına rağmen operasyon yaptılar. Orada çok sayıda asker yaralandı, oradaki partililerimiz yaralı askerleri ölümden kurtardı. Hükümetin amacı neydi? Ateşkesi erken bozmaya çalıştılar. Fakat biz şunda ısrarcı olduk; 'hükümet ne kadar savaş politikasında ısrar ederse etsin biz kesinlikle PKK silah kullanmamalıdır' dedik. Ateşkesini sürdürmelidir ve en nihayetinde kamuoyunun barış isteyenlerin talepleri, baskıları, istekleri sonucunda PKK yeniden ateşkes ilan etti.
- Hükümet, Kandil'e dönük saldırıların Ceylanpınar'da, Suruç saldırısının hemen sonrasında iki polisin öldürülmesi üzerine başlatıldığını söylüyor. Bir de, PKK'nın HDP lehine silahlı bir seçim kampanyası yürüttüğünü söylüyor. Bunu Cumhurbaşkanı da söyledi, hükümet yetkilileri de. Siz buna ne diyorsunuz, silahla siyaset bir arada olabilir mi?
Demirtaş: Evet, Ceylanpınar'da iki polisin uyurken katledilmiş olması kesinlikle bizim de sert bir şekilde reddettiğimiz, hatta çatışma ahlakına, savaş ahlakına uymadığını belirttiğimiz bir saldırıydı. Ama dikkat edin, daha önce de ateşkes döneminde PKK adına benzer bazı saldırılar oldu. Pazar yerinde, çarşıda vurulan astsubaylar, uzman çavuşlar oldu. Peki hükümet o saldırılardan sonra 'ben ateşkesi bozdum, Kandil'e uçaklarla 400 hava saldırısı düzenliyorum' dedi mi? Demedi. Niye demedi? Çünkü o zaman ateşkes kendisine yarıyordu. Şimdi ise savaş politikasının kendisine yarayacağını düşündü ve toplumun tamamını gerilime ve gerginliğe sürükleyecek bir karar aldı. Deniyor ya PKK silah zoruyla oy topladı. Bakın biz Türkiye'nin her yerinden oy topladık. Eğer silahla oy almış olsak kırsaldan aldığımız oy oranının daha yüksek olması gerekir. Bu bir çarpıtmadır. Seçim sonucunu tanımama, meşruiyetine gölge düşürme, iftira kampanyasıdır. HDP İzmir'den de oy aldı, Antalya'dan da oy aldı. Bir de şu var; bunu söyleyen başbakan ya da cumhurbaşkanının istifa etmesi lazım bence. Eğer bir parti silah zoruyla, başkasının silahının desteğiyle altı milyon kişiyi sandığa götürüp oy alabiliyorsa, o ülkede hiçkimse güvende değildir.
- Altı milyon seçmenin oyunu aldınız. Eş Genel Başkanınız Figen Yüksekdağ'ın tartışılan bir açıklaması var. "Sırtımızı PKK'ye, PYD'ye dayıyoruz" diye. Sizin, altı milyon oy almış bir parti olarak, sırtınızı halklara dayamış olmanız gerekmiyor mu?
Demirtaş: Öncelikle şunu belirtelim. Siz BBC gibi ciddi bir kuruluşsunuz. Eş genel başkanımızın "Sırtımızı PKK'ya dayıyoruz" diye bir cümlesi varsa, ikimiz de istifa etmeye hazırız. Eş başkanımız "Sırtımızı, YPG'ye ve orada direnen güçlere dayıyoruz" demiştir. Kime karşı? IŞİD saldırılarına karşı. Biz IŞİD'in değil, oradaki YPG'nin ve diğer güçlerin yanındayız. "Biz sırtımızı PKK'ye dayıyoruz" diye bir cümle asla yoktur. Biz sırtımızı ne silaha, ne de PKK'ye dayıyoruz, ama Suriye'deki, özellikle Suriye'nin kuzeyindeki Rojava Kürdistanı'ndaki savaşta, biz YPG'den yanayız, PYD'den yanayız ve bunu söylemekten de hiç imtina etmedik. Biz IŞİD'den yana değiliz. IŞİD barbar bir tecavüz ordusudur, PYD bir halk hareketidir bizim için. O nedenle oradaki savaşta biz onlardan yanayız tutumunu ortaya koyduk. Yoksa eş başkanımız "Biz sırtımızı PKK'ye dayıyoruz" diye bir açıklama asla yapmadı. Bunun düzeltilmesi lazım.
- 'HDP Türkiye'de her tarafa derdini anlatabilecek, konuşabilecek bir siyasi hareket' dediniz. Kandil, İmralı ve Türkiye'de artan milliyetçilik, şiddet olayları arasında sıkışmış hissediyor musunuz kendinizi?
Demirtaş: Bir sıkışmışlık değil ama şunu her zaman inanarak söyledik: Silah ve demokratik siyaset bir arada olmaz. Bu, devlet için de, hükümet için de, muhalefet için de geçerli. Devletin de siyaseti silahla baskı altına alma, zor altına alma politikasını asla kabul etmiyoruz. PKK'nin de silahlı, şiddet eylemlerini kabul etmiyoruz. Dolayısıyla bizi zorlayan şey savaşın kendisidir. Yoksa biz PKK, Ankara ve İmralı arasında sıkışmış falan değiliz. Ama savaşın kendisi herkesi zorluyor, sadece HDP'yi değil. Demokratik siyaset alanını daraltır savaş. Dünyanın neresinde silahlar çok konuşursa, siyasetin sesi az duyulur. Savaşın, çatışmaların, kanın, gözyaşının olduğu yerde şüphesiz ki her parti kendi siyasetini, politikasını anlatmakta zorlanır. Ama dediğim gibi bu sadece bizim için değil, bütün partiler için geçerli.
- Kasım başında seçim var. Tablonun çok değişmeyeceği tahmin ediliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Demirtaş: Yani tabi çok kısa bir süre geçti. 7 Haziran'dan bu yana Türkiye toplumunun bir anda eğilimini değiştirmesini beklemek de çok doğru değil, gerçekçi değil. Sonuçta 7 Haziran'dan bu güne ne insanların tümüyle ideolojik yapısını, siyasi eğilimini değiştirecek bir zaman geçti, ne de bu tür olaylar yaşandı. Evet, dramatik bir şekilde Türkiye şiddete doğru kaydı fakat bu oy eğilimlerinde çok büyük bir değişikliğe tekabül etmez diye öngörüyoruz. Aşağı yukarı aynı sonuçlar çıkar.
- Peki 2 Kasım sabahı ne olacak?
Demirtaş: 7 Haziran'dan sonra seçim sonuçlarını kabul etmeyen biz değildik. Seçim sonuçlarını kabul etmeyen Cumhurbaşkanımızın kendisiydi. Aslında, hiçbir şekilde inanmak istemedi buna. Kendisi tek başına Türkiye'de bir hegemonya kurmak istiyordu ve 'halk tarafından ihanete uğradım' diye düşünüyor. 'Ben Türkiye'ye bu kadar iyi işler yaptım ve bana az oy verdiler. Bu işte bir yanlışlık var' dedi. Eminim ki etrafındakiler de onu yanılttı ve dediler ki "Bir daha seçim yapılırsa, HDP'nin silah zoruyla, kandırarak ya da dış güçlerin desteğiyle aldığı oyların hepsini geri alırız ve tek başına iktidar oluruz". O da ikna oldu ve Türkiye'yi erken seçime götürdü. Ama hiçbir şeyin değişmediğini görüyor çünkü biz silah zoruyla oy almadık, kimseyi kandırarak oy almadık. Biz artık Türkiye'nin ana siyasi akımlarından biriyiz ve Türkiye bir arada yaşamak istiyorsa, bizi dışlayarak, bize oy verenlere küfür ederek, hakaret ederek, ötekileştirerek bir arada yaşayamaz. Türkiye'de İslamcılar var, bir gerçektir, Milletçiler var bir gerçektir, Ulusalcılar var, Kemalistler var bir gerçektir. Kürtler, Aleviler ve solcular var, bunlar da bir gerçektir. Hangisini dışlarsanız, ülkede huzuru bozan bir dengesizlik yaratmış olursunuz. Dolayısıyla 2 Kasım'dan itibaren herkes, Cumhurbaşkanı da, oluşacak yeni koalisyon da bu gerçekleri kabul etmek zorunda kalacak ve Türkiye için eminim daha iyi olacaktır.
- Peki bu dönemde, 2 Kasım'dan sonraki dönemde birbirini dinleyen insan, blok sayısının çok az olduğu, çok gergin, kamplaşmaların olduğu bir ortamda siz normalleşmeye nasıl bir katkıda bulanacaksınız?
Demirtaş: Biz koalisyonun Türkiye'ye iyi geleceğini düşünüyoruz. Hem siyaset arenasına, hem de topluma. Yukarıda yani makro düzeyde, birlikte çalışma, birlikte ülkeyi yönetme, sorunlarla birlikte baş etme kültürünü geliştirirse bu sokakta da tansiyonun düşmesine yardımcı olacaktır. Bu nedenle biz her şeye açığız. Bize bir adım yaklaşana biz on adım yaklaşmaya hazırız. Sonuçta siyaset bir kin, intikam, öç alma mekanizması değil, sorun çözme aracıdır ve biz onun için siyasetteyiz. 2 Kasım'dan itibaren Türkiye'nin sorunlarını çözmek için diğer bütün partilerle diyaloğa açık olacağız, ülkeyi yönetmeye açık olacağız. Zannedersem zaten bir koalisyon seçeneği şu veya bu şekilde çıkacak, ülkeyi yönetecek. Bu, dediğim gibi her halükarda paylaşmak, temenniyi paylaşmak, yönetimi paylaşmak, gücü paylaşmak, sorumluluğu paylaşmak kamplaşmayı bir ölçüde en azından en aza indirecektir.
- Kanın döküldüğü çatışmaların yaşandığı bir dönemde çözüm süreci nasıl canlandırılacak? Kafanızda bir eylem planı var mı?
Demirtaş: 1,5-2 yıllık bir deneyimimiz oldu. Müzakere dönemimiz oldu. Yani bunun eksileri var artıları var. Doğru yapılan şeyler var, yanlış yapılan şeyler var. Buradan yola çıkarak yeni bir sürecin başlatılması lazım. "Neydi eksiklerimiz?" geri dönüp baktığımızda; daha şeffaf bir süreç olmalıydı, kamuoyu olanı biteni daha iyi bilmeliydi, duymalıydı, gizli kapaklı işler çeviriliyormuş gibi bir hissiyat oluşmamalıydı. Dolayısıyla yeniden başlayacaksa, şeffaf olmalı. Konuşulan şeyler kamuoyu tarafından, parlamento tarafından bilinmeli. İkincisi parlamento daha aktif rol oynamalı. Yani bu iş parlamentonun işidir. Yasa, anayasa yapım süreci, bunu yasal güvenceye bağlamak parlamentonun işidir. Dolayısıyla parlamentoda oluşacak, bu işe katkı sunacak komisyonlar, hangi parti üye veriyorsa, onlar aracılığıyla yürütülmelidir. Sadece tek bir partiye, iktidar partisine mal olmamalıdır.
- CHP de bunu söylüyordu. Parlamentoda, dolayısıyla sizi muhatap alarak çözülmesi gerektiğini söylüyordu. Ama Kandil ve İmralı devrede olursa bu siyasi iradenin baskı altına alınması anlamına gelmiyor mu?
Demirtaş: Hayır, olur mu? Şimdi biz parlamentoda grubu olan bir partiyiz. Kürt sorununa, diğer sorunlara dair çözüm önerilerimiz var. Yasa, anayasa tekliflerimiz var ve bu işin muhatabı biziz parlamento ayağı itibariyla. Ama biz sayın Öcalan'ın, KCK'nın, Kandil'deki yetkililerin dışlanarak varılacak bir çözümün çözümsüzlük olduğunu biliyoruz. O yüzden ısrarcıyız. Onları dışlayan, onlar yokmuş gibi davranan, onlarla görüşmeyelim, konuşmayalım, biz kendi kendimize parlamentoda bir şeyler yaparız, çözeriz dersek yanılırız. Dünyada birçok deneyim var bu konuda. İngiltere de bu deneyimi yaşadı. IRA deneyimi, en önemli deneyimlerden biridir. Evet, Sinn Fein-IRA ilişkisi bizimle PKK arasındaki ilişki gibi değil. Fakat biz yine de bir siyasi parti olarak hem muhatabız parlamentoda, aynı zamanda kolaylaştırıcıyız, aynı zamanda ara bulucuyuz. Biz sağlanan tek taraflı ateşkesin seçimden sonra çift taraflı ateşkese dönüşmesi gerektiğini söylüyoruz. PKK'nin nihai olarak Türkiye'ye karşı savaşı bitirip, silahları tümden bırakacağı bir sürecin yeniden başlaması gerektiğini düşünüyoruz.
- Hükümet yeni sürecin silahların bırakılmasıyla, hatta betona gömülmesiyle başlaması gerektiğini söylüyor.
Demirtaş: Türkiye toplumunun, hepimizin beklentisi silahların toptan devre dışı kalmasıdır. Çok mantıklıdır bu beklenti. Fakat bunun Ankara'dan Kandil'e doğru çağrı yaparak olmayacağını cumhurbaşkanı bizden daha iyi biliyor. "Haydi silahlarınızı betona gömün" diye Kandil'e seslendiğinizde "Evet yahu, getirelim gömelim" demezler, demiyorlar. Bu iş için bile bir yasa çıkarması lazım parlamentonun. Silahlarını nereye bırakacak? Hangi betona gömecek? O betonun çimentosunu, kumunu nereden alacak? Bunun bile bir yasasının olması lazım. Dolayısıyla parlamento bu kadar ciddiyetsiz yaklaştıkça, silahı bırak çağrılarıyla bu iş olmuyor. Ben sayın cumhurbaşkanının ya da sayın Davutoğlu'nun şu gün PKK'nin silah bırakmasını yürekten istediğine inanmıyorum. İnansalardı bu çağrıyı yapmazlardı, yasa çıkarırlardı. Üç yıldır bir tek yasa çıkarmadılar silah bırakmayla ilgili. Niye çıkarmadılar? İstiyolarsa bir maddelik yasaya bakar, değil mi? Hangi şartlarda nereye bırakacaklar, bir maddelik yasa. Israr ettik yasa düzeyinde müzakereler yürüsün, görüşmeler yapılsın, çıkarmadılar.
- Niye çıkarmadılar?
Demirtaş: Çünkü bakın, savaşla siyaseti dizayn etmek onlara da yarıyor. Milliyetçi oyları toplayabiliyorlar. İstediklerini alamadılar, çünkü HDP var. HDP savaşın niye çıktığını, barışın neden önemli olduğunu anlatabildi. Yoksa bu savaştan AKP'nin beklentileri oylarını yüzde 50'nin üzerine çıkartmaktı.
- Çözüm süreci müzakerelerinin parçasıydınız. Bu noktalara geleceğini hissetiniz mi, düşündünüz mü? Kırılma noktası nedir?
Demirtaş: 7 Haziran seçimlerinde bizim parti olarak seçime girmemiz, sayın Erdoğan'ın başkanlık dayatmasını kabul etmememiz ve barajı aşmamız. Kırılma noktası orasıdır ve kendileri de bunu ifade ettiler bakın. "HDP'nin seçime parti olarak girme kararı provokasyondur" dediler. Bizim kuruluş nedenimizdir parlamentoya girmek. Asıl işimiz o. Bunu provokasyon olarak nitelediler. Sonra da biz barajı geçince "Çözüm sürecinin filmini çekerler. Kendileri bilir artık. Çözüm süreci bitmiştir" dediler. Başka da bir suçumuz, günahımız olduğunu ben hatırlamıyorum.
- Peki çözüm sürecinde seçime parti olarak girmeme gibi bir imanız olmuş muydu müzakereler sırasında?
Demirtaş: Hayır. Biz hükümetle, AKP'yle çözüm sürecinde bu tür işleri asla konuşmadık. Bunlar bizim kendi iç politikamızdır. Bunları AKP'yle bir pazarlık unsuru haline asla getirmedik.