Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılan yayında, gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.
Erdoğan, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, bir kuruluşun düzenleyeceği bayraklı yürüyüşle ilgili sarf ettiği sözleri, “Bu ifadeleri kullanan kişi hayatında Türk bayrağını eline doğru dürüst almış değildir. Son seçimde birileri ona akıllar verdi. Bunların kongrelerinde bayrağımızı bırakın asmayı, asılan bayrakları indirdiğini biliriz. Teröristlerin cesetleri üzerinde malum bölücü terör örgütünün paçavrasını sarmışlar. Orada kendilerine göre ibadetlerini yapmışlar, sonra bunu sosyal medyayla paylaşmışlar. Hani sizin bayrağa saygısızlığınız yoktu, nerede saygı? Sizin aslınız meydana çıkıyor. Bizim bayrağımız belli. Bu ülkede 78 milyonun tek bayrağı var. Ama sen bu milletin tek bayrağını kabul etmediğini ortaya koyuyorsun. Bunu benim milletim görecek. Yani yalancının mumu yatsıya kadar yanar” ifadeleriyle eleştirdi.
“O KAPAĞI YAPANLAR ŞEREFSİZDİR”
Bir derginin, kendisinin fotoğrafını montaj yöntemiyle kullanmasını eleştiren Erdoğan, “Ona ait kanunlarımız neyi söylüyorsa o söylensin. Bunun adı basın özgürlüğü olamaz. Hayatında hiç selfie yapmış değilim. Bazı insanlar bunu yapabilir ama ben yapmadım. Ben bir defa bir şehit tabutuna sırt dönecek kadar şerefsiz değilim. Ama o kapağı yapanlar şerefsizdir, alçaktır ve benim karakterimi de onlar çok iyi bilirler. Bunun için de olması gereken ne ise onu yapacağım. Hukuk çerçevesi içerisinde avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Şehidin bizim dünyamızdaki anlamı bellidir ama onların dünyasındaki anlamı belli değildir. Ama onların dünyasındaki anlamı oysa bunu bilemem. O zaman kendi resimlerini koymak suretiyle bunu bassınlar veya peşinden gittikleri zatın resimleriyle bunu yapsınlar. Onlar bunu yapabilir, biz yapamayız. Hiçbir zaman yazılı ve görsel medyada özgürlük adı altında bir başkasının özgürlük alanını işgal edemezsin. Bu bir defa benim şahsıma, inancıma saldırıdır ve bedelini de bunlar ödeyecekler” ifadelerini kullandı.
“BATI DÜNYASI TÜRKİYE’YE KARŞI HİÇBİR ZAMAN SAMİMİ OLMADI”
Bazı Avrupa ülkelerinin bölücü terör örgütü PKK’ya kısmen de olsa destek verdiğini kaydeden Erdoğan, “Batı dünyası Türkiye’ye karşı hiçbir zaman samimi olmadı. Bunları kısmen de olsa desteklediler. Silah ve mühimmat ve başka noktalarda desteklediler. Bunlarla ilgili görüştüğümüz ülkelerin liderleri, ‘Biz gerekli tedbirleri alıyoruz, gerekenleri yapıyoruz’ diyorlar ama kusura bakmayın bizim de istihbaratımız var. Bu yakalanan, teslim olan teröristlerin ellerinden çıkan silahlar var, bilgiler var. Kararlılıkla, azimle biz bu mücadelemizi sürdüreceğiz. Ben milletimin gülücükler dağıtan bunların temsilcilerinin oyununa gelmemelerini tavsiye ederim. Bir eş başkan çıkıyor, ‘bizim arkamızda YPG var, KCK var’ diyor. Bunu söyleyen bir mantıktan ne bekleyebiliriz. Bir teröristin söyleyeceği en ileri ifade neyse bu ifadeyi sözde siyasetçi söylüyor. Biz bütün müttefiklerimize söylüyoruz. Onlar da bizimle konuşurken güzel ifadeler söylüyorlar ama uygulamaya geldiğinde maalesef beklediğimiz neticeyi alamıyoruz, umarım bundan sonra alırız” diye konuştu.
“ÇÖZÜM SÜRECİ OLUMLU GELİŞMELERİ YAKALADIĞIMIZ ZAMAN KALDIĞI YERDEN NİYE DEVAM ETMESİN”
Erdoğan, Çözüm sürecinin devam etme olasılığının, olumlu gelişmeler yaşanmasına bağlı olduğunu vurguladı. HDP’nin terör örgütünden talimat alarak yönetildiğini ifade eden Erdoğan, “Bir defa demokratik açılım geride kaldı, milli birlik ve kardeşlik geride kaldı. Çözüm süreci de şuanda dolapta. Gelişmeler bunu gösterecek. Olumlu gelişmeleri yakaladığımız zaman kaldığı yerden niye devam etmesin. Bütünüyle bu süreç bölücü terör örgütünü arkasına almış olan parlamentodaki siyasi parti tarafından baltalandı. Çünkü o bütün gücünü terör örgütünden alıyordu. Bölücü terör örgütü de ona ‘şöyle davranacaksın, böyle davranacaksın’ diyordu. Dikkat ederseniz zaman zaman parlamentodaki o siyasi partinin eş başkanlarından bir tanesi kalkıyor bir açıklama yapıyor, arkasından ertesi gün bir açıklama daha yapıyor. Niye; hemen haber geliyor, ‘sen ne yaptın, düzelt şu ifadeni.’ İsterse düzeltmesin. Çünkü bu parti genel başkanı değil, zaten eş başkan ama oraya bağlı, oradan talimatlar gelerek yönetiliyor” şeklinde konuştu.
“ANAYASA NEYİ DİYORSA BEN BU SÜREÇ İÇERİSİNDE HEP ONU YAPTIM”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, koalisyon kurulmasına engel olduğu yönündeki iddialara cevap verdi. Koalisyon kurma çalışmaları sırasında yaşananları anlatan Erdoğani, şunları ifade etti:
“Elimde Anayasa var. Anayasa neyi diyorsa ben bu süreç içerisinde hep onu yaptım. Ve Cumhurbaşkanına en fazla oy alan siyasi partiyi yetkilendirme hakkı veriyor. Bu, işin teamülü. En fazla oyu alana da vermeyebilir; geçmişte bunun uygulamaları oldu. Ama ben cumhurun bana emaneti neyse o emanetin gereğini yaptım. Cumhura saygımın gereği, en fazla oyu alan siyasi parti hangisiyse, teamüllerin de gereği olarak onun genel başkanına görevi vermem gerekirdi. Ve onun genel başkanına görevi verdi. Sayın Başbakan CHP’yi ziyaret etti mi; etti. MHP’yi ziyaret etti mi; etti. Hatta HDP’yi ziyaret etti mi; etti. Bunlar ilk turdu. Bu arada CHP, MHP’yle ilgili bazı komisyonlar da oluşturdular. CHP’yle çok daha mufassal bir çalışma ortaya kondu ama MHP’yle böyle bir çalışma maalesef ortaya konmadı. Öyle bir tablo ortaya kondu ki; ben de açıkçası umutlanmıştım ‘herhalde kuracaklar’ diye. Fakat 2. Tura başlandığında, yine Sayın Başbakan CHP’ye ve MHP’ye bir ziyaret yaptı. MHP zaten tamamen kapısını kapatmıştı. CHP’yle görüşmeler oldu. CHP, Sayın Başbakan’ın kabul edemeyeceği bazı tekliflerle karşısına çıkınca Sayın Başbakan da ekibiyle görüşmek suretiyle bunun olamayacağı istikametinde karar verdi; ki geldi bana bizden almış olduğu vazifeyi iade etti. Süre itibariyle çok az bir süre kalmış. Cumhurbaşkanı isterse ikinci bir sayısal durumu müsait olana verebilir. Zaten vakit dar, bu partiler birbirleriyle zaten görüştüler. Peki, kime gidecekler? MHP ne diyor; ‘ben iki partinin olacağı koalisyonda yer almam’ diyor. Bu kapıyı kapadığına göre daha burada biz neyi görevlendirerek zaman kaybedeceğiz? Bu sefer ben de ekibimle değerlendirmelerimi yaptım. Bu değerlendirmeleri yaptıktan sonra da benim ifademle ‘tekrar seçim’, yasal ifadeyle erken seçim kararını aldık. Ve erken seçim kararını da alırken mevcut hükümete geçici hükümeti kurma görevini verdik. O da geçici hükümeti yine Anayasamızın amir hükmü gereğince kurdu. Bunu kurmaya teşebbüs ettiğinde de parlamentoda grubu olanların sayılarına göre, TBMM Başkanı oranlamasını yapar, bunu belirler. Belirlemelerini yaptı ve buna göre ‘AK Parti sana şu, CHP sana şu, MHP sana şu, HDP sana şu’ diye bildirdi. Aslında parti yönetimi milletvekillerine ‘buradan kimse girmeyecek’ diyemez. Sadece görev almış olan Başbakan veya kişi o gruptan 5 kişi veya 6 kişi ne ise ister. Yani kişiye davetini yapar. O kişi kabul eder veya etmez. CHP grubundan herkes bu işe ‘hayır’ dedi. MHP’den sadece Tuğrul Türkeş bu konuda ‘evet’ dedi, diğer iki kişi hayır dedi. HDP’den de bir kişi, ön koalisyondan gelmişti, o partisinin talimatıyla ‘hayır’ dedi ama diğer 2 kişi ‘evet’ dedi. Bunlarla beraber 25 kişilik kabine oluşmuş oldu. Bu bir geçici seçim hükümetidir, bu geçici seçim hükümetiyle 1 Kasım’a gidiyoruz. Temennimiz odur ki; bu sıkıntıları yaşatmayacak 1 Kasım seçimi olsun.”
“TEKRAR TEK BAŞINA BİR HÜKÜMET KURULDUĞU ZAMAN EKONOMİK PERFORMANSIMIZI HEMEN SIÇRAMAYA GEÇİRİRİZ”
Başbakanlığı döneminde partisinin hep tek başına iktidar olduğunu hatırlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, tek başına iktidarların ülkede ekonomik ve siyasal istikrar sağladığını vurguladı. Türkiye’nin olumlu yönde yaşadığı dönüşümün, tek başına iktidar olmaları sayesinde yaşandığını belirten Erdoğan, “12 yıllık Başbakanlığım döneminde hamt olsun böyle bir sıkıntı yaşamadım. Tek başına bir iktidar… Ekonomik, mali istikrar oldu. İstikrar ve güven oldu. Bunlar olduğu için de biz gerek yatırımlarımızda, gerek üretimimizde, gerek ihracatımızda bir patlama yaşadık. Türkiye bugün eğer en batısından en doğusuna, en kuzeyinden en güneyine bir değişimi yaşadıysa bunun tek sebebi tek başımıza iktidar olma olayıdır. Bazıları hala koalisyon falan diyor. Olabilir. Biz koalisyona karşı olmak diye bir prensipte değiliz, demokrasinin içerisinde bu da olur. Ama bu ülkelere göre değişiyor. Bazı ülkelerde demokrasi kültürü yaygındır, bu çabuk olur ama bazı ülkeler bunu kavrayamaz. Türkiye bunu kavrayamamıştır. Geçmişten bugüne bizde demokrasi ortamı olmasına rağmen koalisyon kültürümüz gelişmediği için bunu başaramadık. Birçok kere bu denendi. Ama Batı’da bu oluyor. Ama Batı’da öyle ülkeler var ki; Almanya bunu rahat kurarken Belçika kuramıyor; icabında bu 1 sene sürüyor. Bunları ve bunların o ülkeye kaybettirdiklerini, diğer türlü de kazandırdıklarını görmemiz lazım. O zaman biz şimdi ülkemizde tekrar tek başına bir hükümet kurulduğu zaman inanın ekonomik performansımızı hemen sıçramaya geçiririz. 1 Kasım’da benim milletim bunları düşünerek kararını vermeli diye düşünüyorum. Çünkü bu ülkede meydana gelecek kaos 78 milyonun paylaşacağı bir kaos olacaktır. Bunu yaşamayalım diye düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
“BİR ANNE BABA EVLADINI NASIL TAKİP EDER, İZLERSE; DOĞRUSU BENDE BU KONGREYİ ÖYLE İZLEDİM”
Başbakan Davutoğlu’nun AK Parti Kongresi’nden önce kendisinin fikirlerini almasınının doğal karşılanması gerektiğini söyleyen Erdoğan, bu konuda kendisine yöneltilen eleştirilere, şöyle cevap verdi:
“Ben Sayın Davutoğlu’nun kongre öncesinde benimle görüşmesinden, benim kanaatlerimi paylaşmasından daha doğal bir şey göremiyorum. Ben bu partinin kurucu genel başkanıyım, kurucularından değilim. Bu kurucuları oluşturan, bu gayreti ortaya koyan kişi; şahsımdır. Bir anne baba evladını nasıl takip eder, izlerse; doğrusu bende bu kongreyi öyle izledim. Ama öncesinde de sağ olsun Sayın Davutoğlu geldi kanaatlerimi, düşüncelerimi sordu. Ben de düşüncelerimi, kanaatlerimi kendisiyle paylaştım. Çünkü Türkiye bir dönüm noktasında ve bu dönüm noktasında atılması gereken adım çok çok önemli. Bunu ben çok doğal görüyorum. Ama çıkmış bir parti, ‘Bu bir vesayettir’ diyor. Ne vesayeti? Allah rahmet eylesin şuanda Türkeş hayatta olsaydı acaba Türkeş’in göz hareketlerine bakmadan böyle bir şey yapabilir miydi? Yapamazdı. Bunu bir vesayet olarak görmek mümkün mü? Herkes bu noktada yerini, konumunu gayet iyi belirlemeli. Şuanda Sayın Tuğrul Türkeş bir irade ortaya koydu. Koyduğu irade bir milli iradedir. Milletin ona verdiği vekillik yetkisini, Sayın Başbakan ona bu teklifi götürdüğünde o da bunu kabul etti. Niye kabul etti? ‘Bu ülke hükümetsiz kalamaz’ diyerek kabul etti. Temennisi neydi? O partiye verilmiş 3 hakkın hepsini kullansın istedi; ki, orada 3 tane milletvekili arkadaşa bu teklif gitti ama diğer ikisi kabul edemedi, Tuğrul bey kabul etti. Ama bunu kabullenemediler. Hemen ihraç talebiyle disipline sevk ettiler. Niye ihraç ediyorsunuz? O burada milletin vekili olarak kendisine tanınmış olan hakkı kullanıyor. Bu Anayasal bir hak. Anayasal bir hakkı kullanırken siz onun iradesine müdahale etme yetkisini nereden buluyorsunuz? Yatıyor, kalkıyor söylediği şu: ‘Recep Tayyip Erdoğan’a hayırlı olsun.’ Tuğrul bey benim yanıma gelmedi ki; hükümette görev aldı. Ben de görev aldığı hükümeti onayladım; bundan da mutluyum. O bir defa kendini çek etmesi lazım. Böyle bir anlayışla milliyetçilik olmaz. Böyle bir anlayışla vatanseverlik olmaz. Bu tam aksine tamamıyla adeta dikta anlayışla, iradeler üzerinde bir sulta estirmektir. Eğer demokrat olmuş olsa, oradaki arkadaşına yapılmış olan bu teklifi saygıyla karşılardı; kaldı ki bu kişi rastgele bir kişi değil, o hareketin, o partinin kurucu genel başkanının oğlu; vaka ortada.”
“MESCİD-İ AKSA İLE İLGİLİ İSRAİL MANDASININ VANDALLIĞI İZAH EDİLEMEYECEK SEVİYELERE VARDI”
İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılarını eleştiren Erdoğan, “Şuanda Mescid-i Aksa ile ilgili maalesef İsrail mandasının özellikle oradaki vandallığın izah edilemeyecek seviyelere vardı. Kapıların, camların kırılmasına varıncaya kadar mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim’in yakılmasına kadar, oralarda adeta bir işgal noktasına geldiler. İlk müdahalede yaklaşık 20 kişi yaralandı. Dün evvelsi günkü müdahalede 35 kişi yaralandı. Belli saatlerde oradaki Müslümanları Mescid-i Aksa’ya sokmama gibi bir karar aldılar. Başta ben doğrusu Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’la bir görüşme yaptım. Arkasından Halid Meşal ile bir görüşme yaptım. Arkasından Suud Kralı Abdülaziz’le bir görüşmem oldu. BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun ile görüşmem oldu. Almanya Şansölyesi Merkel beni aradı, onunla bu konuları görüştüm. Yine arkadaşlarım planlamaya devam ediyorlar. Gerek Fransa Cumhurbaşkanı, aynı şekilde İngiltere, aynı şekilde Ürdün Kralı, onlarla da görüşmelerim devam edecek. Sayın Obama ile arkadaşlarım görüşmeleri yapıyorlar, onunla da bu görüşmeyi yapacağız. Yani bu süreci yakın takipte tutuyoruz. Temennim odur ki; bu konu bir an önce çözülür. Aksi taktirde bu gidiş, hayra alamet bir gidiş değil. Burada İsrail yönetimi bence çok çok yanlış bir adım atıyor. Adeta İslam dünyasını tahrik etmek suretiyle Filistin’de, Orta Doğu’da yeni bir fitilin ateşini yakma noktasında Orta Doğu’ya çok ciddi zarar verecekler” diye konuştu.
“ESET’E ‘BU DALGA SURİYE’Yİ DE KAPSAYABİLİR. BİRAN ÖNCE BURADA BİR DEMOKRATİK AÇILIM YAPIN’ DEDİM”
Suriye’deki olaylar yaşanmadan önce Eset’i uyardığını aktaran Erdoğan, “Yaklaşık 5 yıl kadar önce bu Tunus, Mısır olayları patlak verince, benim de Eset ile bazı görüşmelerim olmuştu. ‘Bu dalga Suriye’yi de kapsayabilir. Biran önce burada bir demokratik açılım yapın’ dedim. Bazı görüşmelerimiz olmuştu ‘ne yapabiliriz’ diye. ‘Hatta ben size bazı heyetler göndereyim’ dedim ve gönderdik. Daha sonra Ahmet Bey’i gönderdim. Sayın Davutoğlu’nun 5-6 saatlik bir görüşmesi oldu. Döndü, geldi dedi ki, ‘herhalde bu iş olmayacak.’ Maalesef bir Ramazan gecesiydi, kendisini telefonla aradım, ‘Sayın Eset, yarın Cuma. Şu tanklarını, toplarını lütfen çıkarma, herkes Cuma namazını rahatlıkla kılsın.’ Ne yazık ki; hiç bunlar dinlenmedi ve Cuma namazında o gün 15-16 kişiyi öldürdüler. Bu kişinin İslam ile hiç alakası yok. Şuanda Suriye’de 300 bini aşkın kişi ölmüş vaziyette. Biz bunları görünce dedik ki, ‘bir strateji uygulamamız lazım.’ ‘Bir açık kapı stratejisi uygulayayım’ dedik. Biz gelene kapımızı kapatmadık, Batı’nın yaptığını yapmadık, hepsini aldık. Bu arada Irak’tan da gelenler oluyordu. Hem Irak’tan hem Suriye’den gelenleri aldığımızda; 910 kilometre Suriye, yaklaşık 350 kilometre Irak, toplamda gelenlerin sayısı 2 milyonu aşmış durumda. Suriye’de ölenlerin sayısı 300 bin civarında, bir o kadar da Irak’ta var” şeklinde konuştu.
“SADECE YILBAŞINDAN İTİBAREN SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞIMIZIN KURTARDIĞI İNSANLARIN SAYISI 54 BİN CİVARINDA”
Batı ülkelerinin mülteciler konusunda üzerlerine düşeni yerine getirmediklerini vurgulayan Erdoğan, şunları kaydetti:
“Biz Batı’ya sesimizi duyuramadık. Geliyorlar, kamplarımızı geziyorlar, bizimle yaptıkları görüşmelerde, ‘Biz dünyada böyle güzel kamplar görmedik, sizin insanlara bakışınız bambaşka, onun için sizi tebrik ediyoruz’ diyorlar. Tamam da bunlar bedava yapılmıyor. Bizim şuana kadar yaptığımız yatırım 6 buçuk milyar Dolar. ‘Biz ne gibi bir katkıda bulunabiliriz, bize ne düşüyor’ böyle bir teklifte bulunmadılar. Şuana kadar bize gelen rakam tüm dünyadan, daha çok BM camiası içerisinde bir araya getiriyorlar, 416 milyon Dolar civarında. Ama bizim harcadığımız 6 buçuk milyar Dolar. Biz Türkiye’nin dört bir köşesinde Suriye’den Irak’tan gelen insanları misafir etmeye devam ediyoruz. Bunların içerisinde gerçekten kalifikasyonu yüksek insanlar da var. Ama tabi bunların dışında olan farklı zaruret içerisinde olan insanlar da var. Biz bunlara karşı farklı politika uygulamamız lazım. Ben milletimin sabrını şükranla karşılıyorum. Hele hele sınır boylarındaki vatandaşlarıma özellikle şükranlarımı ifade ediyorum; onlar bir ensar anlayışı içerisinde bunu karşıladılar. Suriye’den, Irak’tan gelenlere adeta bir muhacir gözüyle baktılar. İstanbul gibi bir şehirde şuanda 350 bin Suriyeli var. İstanbul zaten kalabalık bir şehir. Burada 350 bin Suriyeli’nin olması sosyolojik denge içerisinde bir sıkıntı ifade ederken, oraya gelen Suriyeliler için de geçinme noktasında ciddi bir işaretini veriyor. Valilik, kaymakamlar, belediye başkanları, hepsi sağ olsunlar bir gayretin içerisindeler; bunlara çözüm üretiyorlar. Bugün Avrupa’nın tamamında 428 bin kişi var. Bugün Sayın Merkel ile görüştüm; ‘800 bine ulaştıracağız’ gibi bir ifade kullandı. Temenni ederim ki bir 800 bin kişi alsın Almanya. Daha önce daha farklı şeyler gelmişti bize. Öyle bir şey söyleniyor ki; sanki Suriye’den çıkanların sayısı 800 bin mülteciyi bulur. Bu sadece Almanya mı? Avrupa’nın diğer ülkeleri de dahil olmak üzere bu rakamı bulur. Akdeniz’de, Ege’de boğulanları gördük. Sadece yılbaşından itibaren, bizim Sahil Güvenlik Komutanlığımızın kurtardığı, o botlarla yaşam mücadelesi veren insanların sayısı 54 bin civarında. Bunlar bizim Sahil Güvenlik Komutanlığımızın tekneleriyle hamt olsun kurtardık. Bunlar hala da devam ediyor.” (İHA)
Copyright © MYNET A.Ş. Telif Hakları MYNET A.Ş.'ye Aittir.