LONDRA (İHA) - İngiliz basınında bugün, "Afganistan'da çözüm için yeni anayasa önerisi", "İsrail'e karşı yeni savaş suçları davası girişimi", "Obama'dan CIA'e nakillere devam izni" ve "Çin lideri IMF'ye ek fon sağlamaktan yana değil" başlıkları öne çıkıyor.
BBC'nin Türkçe internet sitesi "http://www.bbc.co.uk/turkish/"te yer alan basın özetlerine göre gazetelerin bugün hemen hepsi, İngiltere'nin güneybatısını özellikle de başkent Londra'yı etkisi altına alan ve hafta başında hayatı neredeyse felç eden kar yağışının fotoğraf ve haberlerine geniş yer ayırıyor.
Gazetelerin yakından izlediği bir diğer konu, "İstihdamda İngilizlere öncelik" talebi ile izinsiz iş bırakma eylemi yapan rafineri ve santral işçilerinin eylemlerinin bugün daha da büyümesi endişesi. Cuma günü, 11 petrol rafinerisi ve enerji santralinde 3 bin işçi, Lincolnshire'de bir rafineride 300 pozisyonun Avrupalı bir taşeron şirkete verilmesini protesto etmek üzere gayri resmi iş bırakma eylemi düzenlemişti. Tüm gazetelerde yer alan bir diğer ortak tartışma konusu ise Afganistan. Konuyu ilk
sayfasına taşıyan Independent'a göre, İngiliz askerleri Afganistan'ın derinlerine doğru ilerleyerek, ABD'nin bahar aylarında başlaması umulan asker artışı harekatına ortam hazırlıyor. Helmand eyaletinin güneyinde İngiliz ve Afgan askerlerinin ortaklaşa yürüttüğü operasyonu izleyen Kim Sengupta, bu girişimler ve Amerika'nın beklenen asker takviyesi ile NATO yetkililerinin 'kazanmaktan uzak oldukları bir savaşta rüzgarı lehlerine çevirme'yi umduklarını söylüyor.
Independent muhabiri, beraber hareket ettiği birliğe sulama kanallarından, çiftliklerden yöneltilen saldırıları, pusu girişimlerini, yol kenarına yerleştirilmiş bombaları anlatırken, çatışmaların sürdüğü Garmsir bölgesinde bunların aslında daha önce de yaşandığını, zor çatışmalar ardından alınan kasabaların aslında daha önce alınıp kaybedildiğini anımsatarak, "Geçen yıl, 2 bin kadar Amerikalı deniz piyadesi, buradaki Koştay kasabasını ve çevre yöreleri Taliban elinden almıştı. Ancak isyancılar daha
güneye çekilip bir daha toparlandılar ve şimdi savaş en baştan yeniden veriliyor" ifadelerini kullanıyor.
Times gazetesinde, adı bir süre Afganistan yüksek temsilciliğine aday olarak geçen, Bosna Hersek eski yüksek temsilcisi Lord Paddy Ashdown'un, ABD'nin Afganistan elçisi Richard Holbrooke'a tavsiyeleri var. Ashdown'un, yakın dostu Holbrooke'a şahsi bir mektup üslubunda yazdığı ve "Sevgili Richard" diye başlayan yazıda, Ashdown öncelikle asker artışının kesinlikle gerekli olduğunu ama tek başına yetmeyeceğini vurgulayarak, "Afganistan'da, Bosna'dakinin 25'te biri kadar asker ve kişi başına 50'de bir kadar
yardımla başarıya ulaşmaya çalışıyoruz. Ve bildiğin gibi Afganistan daha çetin. Dolayısıyla daha çok asker daha çok yardım ve daha çok risk paylaşımı gerekli ama yeterli değil. Kaybettiğimiz askeri savaş değil, siyasi olanı. Uluslararası toplum kafasını toplayıp net bir plan üzerinde bir türlü uzlaşamıyor. 2008'de Afganistan'a gideceğimde, bana 15 önceliğimiz olduğunu söylemişlerdi. Ama 15 önceliğin varsa, aslında önceliğin yok demektir. Bence üç öncelik var. İnsanların güvenliği, iyi yönetişim ve hukukun
üstünlüğü. Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates'in doğru tayin ettiği gibi, hedefimiz ve çıkış yolumuz 'Afganlaştırmadan geçiyor. Afgan ulusal ordusu büyüyor ve güçleniyor ama polis böyle değil ve bunu değiştirmen gerekecek. Tabii Taliban ile konuşup konuşmayacağına da karar vermelisin. Sonuçta bu gerekli olacak, ama önce onları askeri olarak köşeye sıkıştırmak gerekli. Son olarak, senin bize Dayton Anlaşmasını yaparken öğrettiğin bir gerçeği unuttuk. Komşuların yardımı olmadan barış olmaz. Afganistan
için de İran dahil komşularına bir rol biçilen bir Dayton gerekiyor. Dayton'daki gibi, bu anlaşmaya uluslararası garantörler gerekiyor- ki bence Çin bunda rol oynayabilir" diyor.
Guardian'da yazan Peter Preston ise Afganistan'da çözüm kapsamında komşusu Pakistan'a işaret ediyor ve başbakanı Asıf Ali Zerdari'nin Washington Post'a verdiği mülakatında verdiği mesajlarla aslında şunları kastettiğine inanarak, "Pakistan'ın aşırı unsurları yenmesi için istikrarlı olması, ekonomik açıdan güçlü olması gerekir. Dolayısıyla bize para verin, elbet gerekli askeri donanımı da. Sonra beraberce Afganistan ve çöken bölgemiz konusunda bir şeyler yapabiliriz. Hafif çaresizliğe düşmüş dostun, Asıf
Ali Zerdari" diyor. Preston Pakistan'ın bölgesinde en büyük ordulardan birine sahip olmasına rağmen, sınırlarındaki aşırı unsurlarla mücadele edemediğine dikkat çekerek şöyle devam ediyor: "Karşı karşıya olduğu savaşa girmeyecekse ya da giremiyorsa 1 milyon 400 bin kişilik bir ordunun ne anlamı var? Kazanma isteği olmayan bir canavarı beslemeye devam etmenin ne anlamı var? Ya bu ordunun devreye girmesi vakti, ya da bizim milyarlarımızı da alıp, buradan gitmemiz vakti"
Financial Times'ta bir makalesi yayımlanan güvenlik ve uluslararası ilişkiler uzmanı Anatol Lieven de Amerika'da yeni yönetimin Afganistan'dan bir çıkış yolu bulmak için mücadele etmesi gerektiği kanısında. Lieven bu çıkışı, siyasi bir stratejide görüyor. "Sorunların çoğu 2001'den bu yana iktidarda olan Karzai ve ekibinde düğümleniyor ama açmaz Karzai'nin yerini alacak alternatif isim de bulunamamasında yatıyor. Yeni bir lider hayali kurmaktansa, Obama yönetimi, asker artışı planını başka bir plan için
zaman kazanmak üzere kullanmalı. Bunun ilk adımı da yeni bir Afgan ulusal meclisi yani Lojya Jirga toplantısı düzenleyerek anayasayı değiştirmek olmalı. Bu değişimle icracı başkanlık düzeninin yerini başbakanlık sistemi alabilir ve siyasetçi olmayan teknokratlardan oluşan bir kabine oluşturulabilir, siyasi partilerin meclise aday göstermesi sağlanarak, Taliban'ın Kuzey İrlanda'da Sinn Fein ile olduğu gibi sisteme dahil edilip meşrulaştırılması sağlanabilir. Bunun üzerine Taliban ile ciddi müzakerelere
girişilebilir. Uzun vadede hedef radikal şekilde adem-i merkeziyetçi, olan ve terörü barındırmama garantisi karşılığında ve bombardıman tehdidi eşliğinde, Taliban'ın hakim olabileceği bir Afganistan olmalıdır" ifadelerine yer veriyor.
Times'a göre, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin İsrailli ordu komutanlarını savaş suçlarından yargılama olanağı olup olmadığını inceleyerek, "Suçlamalar geçen ay yoğun sivil nüfus bulunan bölgelerde beyaz fosfor kullanımına ilişkin. Filistinli gruplar bu ay Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne başvuruda bulunduklarında, savcı, İsrail mahkemeye taraf olmadığından ülke üzerinde yargı yetkisi bulunmadığını bildirmişti. Şimdiyse, UCM Savcısı Luis Moreno-Ocampo, Times'a Gazze'deki suçlara ilişkin olarak Filistin
mahkemelerinin yargı yetkisi olanaklarını araştırdıklarını söyledi. Filistinli gruplar suçların işlendiği topraklarda devletin fiilen Filistin yönetimi olduğundan hareket etmişlerdi. Moreno Ocampo, 'mahkemeye bir ülkenin başvurması gerekir. Grupların iddiası da Filistin yönetiminin gerçekte ilgili devlet olduğu' dedi. Filistinlilerin savları kısmen, İsrail'in 2006'da Gazze'den çekildikleri bu nedenle de bölge konusunda uluslararası hukuk önünde sorumlu olmadıkları iddiasına dayanıyor" deniliyor.
Times, başvurunun henüz yetki olup olmadığı yönünden incelendiğini belirtiyor; ancak önemli sonuçları olabileceğini kaydederek, "Mahkeme başvuruyu reddederse, bu Filistinlilerin kendilerini içinde buldukları hukuki kara deliğin teyidi olacak. Ancak bu durum İsrail'in sınırlarının dibinde bir Filistin devleti olmasından neden korktuğunu da açığa çıkarıyor. Roma Anlaşmasını imzalamış bir Filistin devleti, şimdiki mücadelelere gerek kalmadan İsrail'in suç işlediği iddialarını mahkemeye taşıyabilecek. İsrail
için bir çözüm yolu, kendi komutanlarını soruşturarak belirlenen suçlardan yargılaması. Bu şekilde meselenin uluslararası hukuk yörüngesine girmesinin önüne geçilmiş oluyor" ifadelerine yer veriliyor.
Guardian'da yer alan bir habere göre, Gazze'deki operasyonlar, İsrail'de iktidar partisinin aleyhine işler görünüyor. Gazeteye göre ülke seçime hazırlanırken operasyon konusunda kamuoyunda oluşan şüpheler, muhalefet lideri Binyamin Netanyahu'nun elini güçlendiriyor.
Haberde, "10 Şubat'taki seçime bir haftadan biraz fazla süre kala, anketler ve uzmanlar, iktidardaki en büyük iki partinin Gazze'deki 3 haftalık operasyonla pek bir şey kazanmadığını gösteriyor. Koalisyonun liderleri, 'Gazze'nin Hamas'tan arındırılması' gerektiğini savunan Netanyahu karşısında ilerleme sağlayamadı. Haaretz gazetesi ve İsrail 10. kanalı için yapılan bir anket, Likud ve müttefiklerinin, 120 sandalyeli mecliste seçimi iktidardaki koalisyona 12 sandalye fark atarak kazanacağını gösteriyor.
Gazze'deki operasyon konusunda ise katılımcıların yüzde 41'i operasyon başarılı oldu derken, yüzde 41'i de başarısız yanıtını vermiş" ifadelerine yer veriliyor.
Guardian haberinde ateşkesin uzatılması konusunda hükümetin iki kanadı arasında da görüş ayrılığı olduğu, Barak'ın bir yıllık ateşkesi desteklerken Livni'nin anlaşmanın Hamas'a meşruiyet kazandıracağına inandığı haberlerine dikkat çekiyor. Guardian, bir başka haberinde ise Irak'ta hafta sonundaki seçimleri ele alırken, vilayet meclisleri için yapılan seçimin Irak Başbakanı Nuri Maliki'nin konumunu güçlendirdiği değerlendirmesinde bulunuyor. Haberde, "Uzun süre, Irak'ı savaşın harabelerinden çıkaracak
lider olmak için fazla zayıf görülen Irak başbakanı seçimden 'çarpıcı derecede güçlü bir zafer'le çıkmış görünüyor. Nihai sonuçlar iki hafta sonra belli olacak olsa da Maliki'nin adaylarının 9 vilayette açık farka ulaştığı söyleniyor. Eğer ilk sonuçlar doğrulanırsa, Maliki sene sonundaki genel seçimler için de güçlü konumda olacak" ifadelerine yer veriliyor.
Times seçmenlerin yarısının evlerinde kaldığına dikkat çekerken, yüzde 51'lik katılımı karmaşık sistem ve başlıca partiler konusundaki bezginlikle açıklıyor. Yine de 18 vilayetten 14'ündeki seçimler, şiddet olaylarının olmaması nedeniyle genel olarak başarılı bulundu diyor. Gazete başyazısında da seçimi, 'sessizce atılmış bir ilerleme adımı' olarak niteliyor. Sünnilerin sandık başına gittiğine dikkat çekilirken, "Altı kanlı yıldan sonra, Iraklılar özgürlüğün hak ve özgürlüklerinden yararlanmaya başladı"
ifadesi yer alıyor.
Haberde ayrıca, "Bu Iraklıların bu yıl sandığa yapacakları dört ziyaretten ilki. Bunu Kuzeydeki Kürt kesimlerindeki seçimler, daha sonra merkezi hükümetin yasalarına ilişkin referandum ve genel seçim izleyecek. Her biri Irak'ta artan güvenliğin ve normale dönüşün işareti. Ancak tehlikeler de mevcut. Bağdat'taki hükümet ne kadar istikrarlı ve kendisine güvenli olursa, kendilerini yönetmeye alışmış olan ve özerkliklerini de petrollerini de yoksul güney kesimiyle paylaşmak istemeyen Kürtlerle gerginlik
olasılığı da artacak. Bir diğer tehlike ise, aşiret hatları üzerinden yeni bölünmeler olması. Seçim, Saddam Hüseyin'in devrilmesi sonrası dönen eski tüfek sürgünlerle, daha genç olan tabandan yetişme milliyetçiler arasında bir mücadeleydi. Ama sonuçta bu kez demokrasi kazandı" deniliyor.
Financial Times, ABD'nin asker takviyesi stratejisinin hedeflediği siyasi uzlaşmanın gerçekleşmemiş olduğuna dikkat çekerek, Sünni ve Şiilerin petrol zenginliğinin nasıl paylaşılacağı konusunda hala uzlaşamadığına, Kerkük'ün ise bir barut fıçısı olmaya devam ettiğine dikkat çekiyor. 'İktidar hala kimin kimi himaye ettiğine ve silaha dayanıyor' diyor gazete.
Amerikan yönetiminin yeni siyasetlerinden biri daha bugün Times ve Daily Telegraph'ın manşetinde. Gazeteler, Barack Obama'nın CIA'e zanlı nakillerini sürdürme izni verdiğine dikkat çekiyor. Times, "Guantanamo'nun ve gizli gözaltı merkezlerinin kapatılacağı haberinin bayrağı altında yönetimin Teröre karşı savaş siyasetinin en tartışmalı silahlarından birini elinde tuttuğu gizlenmiş" diyor. 22 Ocak'ta imzalanan kararnamelerle, CIA yüzlerce terör zanlısının kaçırılıp Mısır Fas Ürdün gibi insan hakları
sicili şaibeli ülkelerdeki hapishanelere nakli yetkisini koruyor" ifadelerine yer veriyor.
Daily Telegraph ise, bu uygulama ilk ortaya çıktığında Avrupa Birliği'ni çok öfkelendirdiğini, Avrupa Parlamentosu'nun bu nakilleri yasadışı olarak nitelediğini anımsatıyor ve konunun, "Obama'nın ekonomi paketinde "korumacı" olarak algılanan bazı unsurlarla birlikte, taraflar arasında tartışma yaratabileceğini belirtiyor.
Guardian Çin Başbakanı Wen Jiabao'nun geçen hafta başlayan İngiltere ziyaretine dikkat çekiyor. İngiltere, hele de Çin'in Fransa ile ilişkileri soğumuşken, kendisini Avrupa'da Çin'in başlıca ortağı haline getirmek istiyor. Wen'in Avrupa programı da Fransa'ya net bir mesaj niteliğinde. Davos'un yanı sıra İspanya, Almanya ve Brüksel'e giden Wen, İngiltere'de 3 gün geçiriyor. Wen'in bugün Başbakan Gordon Brown ile görüşmeleri öncesinde Financial Times, Londra'da bulunan Çin Başbakanı Wen Jiabao ile bir
mülakat yapmış. Gazeteye göre Pekin yönetiminin kriz konusundaki tavrı: "Wen, Çin'e kapitalizmi kendi kendisinden kurtarmak gibi bir rol biçmiyor" şeklinde özetlenebilir. Wen, geçen yılın sonunda uygulamaya konan 585 milyar dolarlık pakete ek yeni önlemler alabileceklerinden söz ederek, "Remninbi'nin devalüe edilmesi ihtimalini açıkça reddetmemekle birlikte, Pekin yönetiminin para birimini, 'dengeli ve makul bir düzeyde tutmak istediğinden' söz etti. Çin başbakanı "Pek çokları bu noktayı görmüyor, kurda
sert bir dalgalanma, büyük bir felaket olur dedi. Wen, Amerikan yönetiminin Çin'in para birimini kasten düşük tuttuğu suçlaması sonra, iki ülke başkanlarının geçen hafta konuştuklarını doğruladı. Çin'in IMF ve Dünya Bankası'na daha fazla borç vermesi umutlarına darbe vuran Wen, ilk önceliğin bu kurumlarda reform olduğunu söyledi. Çin iki kurumda daha fazla etki ve oy hakkı istiyor ki bu Avrupa'nın nüfuzunda azalma demek. İklim değişikliği konusunda ise Wen karbon emisyonlarını azaltıp enerji verimliliğini
artırma yönünde adımlar atıklarını belirtmekle birlikte, Çin'in bu yılki Kopenhag toplantısında miktar belirten bir üst sınırı kabul etmesi beklentilerini zayıflattı" diyor.
Financial Times başyazısında, bankaların ticaret için akreditif açarken aldığı yüksek masraf bedellerinin özellikle gıda ticaretine ciddi bir darbe indirdiği ve takas ticaretinin yeniden canlandığı uyarısında bulunuyor. Gazeteye göre bu durum, gıda sıkıntısı çeken ithalatçı ülkeler açısından çok tehlikeli. Haberde, "Kuzey Afrika'dan Çin'e, Rusya'dan Asya'nın güneyine hükümetler, küresel emtia piyasalarına alternatif şekilde, gizliden gizliye takas anlaşmalarına girmeye başladı. Bunun nedeni uluslararası
gıda ticareti için finansmanın azalması ve pahalanması, ama bu zengin yoksul tüm ülkelerin engellemesi gereken bir eğilim. Gıda ithal eden ülkelerin arzı garantiye almak için her türlü yönteme başvurması doğal, ama takas sistemleri hem keyfî, hem de yolsuzluk ve suiistimale açık Ayrıca takasın verimsizliği, sonuçta eldeki gıda miktarını da azaltmış olacak. Bu nedenle kredi piyasalarını canlandırma çalışan dünyanın buradaki akışı da bir an önce normale döndürmesi gerekiyor" ifadelerine yer veriliyor.
Independent'ta yer alan bir haberde, krizin etkilerinin Rusya'da toplumsal huzursuzluğu beslediği savunuluyor. Gazete, hafta sonunda bir dizi eylemde binlerce kişinin Putin'in ekonomi politikası aleyhinde protestolar düzenlediğini belirtiyor. Vladivostok'ta 2 bin kişinin katıldığı bir eylemde Kremlin aleyhinde sloganlar atılmasını ve Putin'in istifası çağrıları yapılmasını buna örnek göstererek, "Ülke küresel kredi krizinin etkilerini hissetmeye başlarken, Başbakan Putin ile Başkan Medvedev arasında
çatlakların büyüdüğüne ilişkin işaretler var. Putin krizin Amerika'dan kaynaklandığını belirten bir dizi konuşma yaptı ve işlerin sene sonuna doğru iyileşmesini bekliyor. Geçen yıl Putin'in desteği ile Kremlin'e yerleşen Medvedev ise, hükümeti etkin bir şekilde krizle mücadele önlemleri alamamakla eleştirdi. Önlemlerin sadece yüzde 30'unun yürürlüğe girdiğini ve hükümetin, krizin gerektirdiğinden yavaş hareket ettiğini belirtti. Siyaset yorumcusu Dimitri Oreşkin, 'herkes altı ay içinde burada işlerin
felaket olacağını biliyor. Medvedev de alttan alta ekonominin Putin'in sorumluluğu olduğunu göstermeyi umuyor. Putin'e karşı ne kadar iyi huylu olursa olsun, burada bir bölünmenin işaretleri var' diyor" ifadelerini kullanıyor.
Guardian'ın manşetten duyurduğu haber ise gazetenin özel araştırmasının sonucu. Habere göre şirketlerin vergiden kaçınmak üzere sunduğu sistemler İngiltere'ye milyarlara mal oluyor. Gazetenin yaptığı özel bir araştırmaya göre, ülkedeki en büyük şirketler, karlarını daha düşük vergi ödeyen başka ülkelerdeki birimlerinde göstererek İngiliz hükümetinin kasasına vergi ödemekten kaçınıyor. Haberde, "Vergi ve gümrük idaresine göre, bu şekilde vergilerde oluşan açık 3 milyar 700 bin sterlinle, 13 milyar sterlin arasında olabilir. Ulusal mali denetim idaresine göre, 2006'da ülkenin en büyük 700 şirketinden yüzde 60'ı, 10 milyon sterlinden az vergi ödedi, yüzde 30'u hiç vergi ödemedi. Kredi patlaması gibi, vergiden kaçınma sistemleri de teknik becerilerin sosyal sorumlulukları nasıl yenilgiye uğratabildiğini gösteriyor" ifadelerine yer veriliyor.