HABER

MUAMMER KADDAFİ

MUAMMER KADDAFİ

Muammer Kaddafi iktidarda olduğu 42 yıl boyunca dünya basını için hep “haber” oldu. Elysée Sarayı’nın bahçesine kurduğu çadırından Ukraynalı hemşirelerine kadar hayatı hep merakla izlenen Libya liderinin ölümü de doğal olarak aynı oranda büyük bir haberdi.

Mart ayının başlarında Libya’daki çatışmaların bir iç savaşa dönüşeceğinin işaretleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Birleşmiş Milletler’in sivillerin korunması için uluslararası müdahale gerçekleştirilmesi kararının ardından NATO operasyonu Nisan ayında resmen başladı. NATO’nun hava operasyonlarının da desteğiyle isyancılar Kaddafi’nin kalesi başkent Trablus’u da ele geçirmeyi başarınca Kaddafi ve çevresindeki küçük grup Libya liderinin memleketi Sirte’ye sığınmak zorunda kaldı. Ölüm de onu burada buldu.

Kaddafi, 20 Ekim tarihinde bir kanalizasyon borusunda saklanmaya çalışırken, isyancılar tarafından canlı ele geçirildi ve öldürüldü. Vücudu Misrata’da bir marketin buzhanesinde günlerce sergilendikten sonra çölde, kimsenin bilmediği bir yere gömüldü. Libyalı isyancılar ilk önce çapraz ateş arasında kalıp öldüğünü öne sürdü. Ama o sırada çekilen ve sonradan internete yayılan video görüntülerinde dövüldüğü, aşağılandığı ve tacize uğradığı görüldü. Uluslararası kamuoyunun baskısıyla Ulusal Geçiş Konseyi, Kaddafi’nin ölümü konusunda bir soruşturma yapmaya karar verdi. Son olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi olayda savaş suçu şüphesi olduğunu açıkladı. Ancak Kaddafi’yi kimin ne şekilde öldürdüğü bugün hala kesin olarak bilinmiyor.


Time dergisi bu yıl “Yılın Kişisi” unvanına Wall Street’ten Atina’ya Kuzey Afrika’dan Moskova’ya dünyanın dört bir yanındaki protestocuları layık gördü. Dergi bu kararını, “Hiç kimse, Tunuslu bir meyve satıcısı, kendisini bir meydanda ateşe verdiğinde, bu olayın diktatörleri devirip küresel bir ayaklanma dalgası yaratacak protestolar başlatacağını düşünemezdi” cümlesiyle açıkladı. İşte o Tunuslu meyve satıcısıydı Muhammed Buazizi. El arabasına ve mallarına el konmuş, zabıtalar tarafından küçük düşürülmüştü. Bu durumu protesto etmek için 17 Aralık 2010’da yaşadığı Sidi Buzid kentinde bir devlet dairesinin önünde kendini ateşe verdi.

Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Buazizi, 4 Ocak 2011’de hayatını kaybettiğinde çoktan bir simgeye dönüşmüştü. İnandıkları değerler için Tunus’ta, Mısır’da, Yemen’de, Suriye’de sokaklara dökülen yüz binlerce kişiyi simgeliyordu. Bugün bazı ülkelerde hala sürmekte olan bu protesto gösterilerinde, toplamda binlerce kişinin hayatını kaybettiği bildiriliyor. Onların büyük bir çoğunluğunun adını hiçbir zaman öğrenemedi dünya. Ama Buazizi onları da temsil ediyor.


Yaşadığı 56 yıl boyunca Steve Jobs birçok şey oldu: Yanlış zamanda doğmuş ve evlatlık verilmiş bir çocuk, evinin garajında teknolojik ıvır zıvırla uğraşan bir genç, üniversiteden terk bir hippi, bir eş, bir baba… Apple’ın kurucusu, Pixar’la animasyonu “çizgi film” olmaktan çıkaran bir sinemacı, kovulduğu yuvasına başı dik dönen bir CEO, adı küçük i harfiyle başlayan bir dizi teknolojiyle dünyayı değiştiren vizyon sahibi bir kişi, çalışanlarını son noktaya kadar çalıştıran bir patron, hatta fırsatçılığıyla dünyanın en büyük servetlerinden birini elde etmiş bir kapitalist…

Jobs, yıllardır savaş verdiği kansere yenik düşüp 5 Ekim’de hayatını kaybettikten sonra geride kalanların toplamı ise bir kahraman, bir aziz, hatta bir efsane oldu. Öldüğü gün ABD’de gazeteler haberi verebilmek için baskıyı durdurdu. Şimdiden hakkında birkaç biyografi ve belgesel hazırlandı bile. ABD Başkanı Barack Obama’nın da dediği gibi dünyada milyonlarca insanın Jobs’ın ölümünü ellerindeki Apple ürünlerini kullanarak öğrenmiş olması, Jobs’ın vizyonunun başarısının kanıtıydı. Jobs aynı başarıyı ölüm konusunda da gösterdi. “Ölüm hayatın en iyi icadıdır” dedi… Kendi ölümüyle de bunu kanıtladı.


ABD Başkanı Barack Obama, başkanlık kariyerinin muhtemelen şu ana kadarki en önemli televizyon konuşmasını, yerel saatle 1 Mayıs Pazar’ı 2 Mayıs Pazartesi’ye bağlayan gece yaptı. Obama sadece milyonlarca vatandaşına değil, bütün dünyaya ABD’nin en çok aranan düşmanı Usame bin Ladin’in öldürüldüğünü duyurdu. Bin Ladin, Pakistan’ın başkenti İslamabad yakınlarındaki Abbottabad isimli bir kasabadaki evinde, SEAL Deniz Komandolarının düzenlediği gizli bir operasyonla yakalanmış ve öldürülmüştü.

Bin Ladin’in yakalandıktan sonra çekilmiş sağ ya da ölü fotoğrafı hiç yayınlanmadı. Hatta Washington kurmaylarının Kriz Odası’nda operasyonu canlı izlerken çekilen fotoğrafın buzlanan küçük kısmının bin Ladin’in görüntüsü olduğu bile iddia edildi. Birkaç saat içinde, bin Ladin’in naaşının İslami usullere göre yıkandığı, bir cenaze namazı kılındığı ve bin Ladin’in cenazesinin bir savaş gemisinden Arap Denizi’ne bırakıldığı bildirildi.

Bin Ladin’in ölümüyle en başta ABD’nin Afganistan’da 10 yıldır sürdürdüğü savaşın başlangıç noktası olan insan avı da sona ermiş oldu. 11 Eylül’ün ardından düşüşe geçen El Kaide’nin ölüm fermanının imzalandığı yorumları yapılmaya başlandı. Bin Ladin’in yıllardır Pakistan’ın en önemli askeri okulunun hemen yakınlarındaki bir evde saklandığının ortaya çıkmasıyla Washington ile İslamabad arasında bir demeç savaşı da başlamış oldu. ABD, Pakistan’ın terörle mücadeledeki kararlılığını açık açık sorgulamaya başlarken, Pakistan da kendisinden habersiz topraklarında böyle bir operasyon yapılmasını ulusal egemenliğe müdahale sayarak kıyameti kopardı. İki ülke arasındaki gerginlik daha ne kadar sürer bilinmez ama Usame bin Ladin’in öldükten sonra da yaşarken olduğu kadar gürültü çıkardığını mümkün.


ABD’yi 21’inci yüzyılda en çok korkutan kişi Usame bin Ladin ise muhtemelen ikinci sırada da Enver el Evlaki vardır. Zira 11 Eylül dahil El Kaide’nin ses getiren bütün eylemlerine Evlaki şöyle ya da böyle imza attı. El Arabiya televizyonunun “internetin bin Ladin’i” diye nitelendirdiği bu mühendis-imamın en büyük görevi Amerikalıların “home-grown terrorists” dediği ABD topraklarında yetişmiş, El Kaide sempatizanlarının örgüte kazandırılmasıydı.

11 Eylül’de uçakları kaçıran militanlardan üçü, Fort Hood askeri üssünde birlik arkadaşlarına ateş açan Binbaşı Nidal Malik Hasan ve Noel Bombacısı Ömer Faruk Abdulmuttalip, Evlaki’nin ateşli vaazlarının etkisinde bu terör saldırılarını gerçekleştiren tanınmış isimler. Dahası Yemen’de yaşayan Evlaki’nin El Kaide’nin Arap Yarımadası’ndaki kolunun lideri olduğuna da inanılıyordu. ABD Başkanı Barack Obama’nın ölüm emrini verdiği Evlaki’nin bulunduğu bölgeye 2009’da düzenlenen operasyon sonuç getirmedi. Hatta Evlaki’nin ailesi kendisinin bir terörist olmadığı savunmasıyla ABD’nin bir vatandaşını yargılamadan öldürmesinin yasal olmadığı gerekçesiyle hukuki girişimlerde bulundu.

Bin Ladin öldürüldükten sonra El Kaide’nin yeni liderinin o olacağına dair yorumlar yapılsa da 30 Eylül’de düzenlenen bir hava operasyonunda Evlaki de öldürüldü. Gerçi Ömer Faruk Abdulmuttalip, ilk duruşmasında “Evlaki ölmedi” diye ifade verdi ama dünya onu hala öldü kabul ediyor.


Afganistan, ABD tarafından işgal edilmeden çok önce, 1979’da, Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmişti. Burhaneddin Rabbani, o dönemde, Moskova destekli Marksist-Leninist Demokratik Afgan Cumhuriyeti’ne karşı savaşan İslamcı mücahitlerin kurucularından ve en önemli isimlerinden biriydi. Uzun süren mücadelenin ardından Sovyet yanlısı Afganistan Demokratik Halk Partisi hükümeti 1992 yılında devrildiğinde, Kabil’e ilk girenler de Rabbani’nin mücahitleri oldu.

Rabbani, 1992’den Taliban’ın yönetimi ele geçirdiği 1996 yılına kadar Afganistan’ın devlet başkanıydı. İç savaş döneminde Sovyetlerin önünü kesmek için mücahitlere destek veren Batı ve Batı yanlısı ülkeler Rabbani’yi Afganistan’ın meşru temsilcisi olarak tanıdı, hatta Birleşmiş Milletler’de Afganistan’ın sandalyesine Rabbani oturdu. Taliban’ın ülkenin kontrolünü elinde tuttuğu dönemde bile Rabbani “sürgündeki lider” olarak görüldü ve meşruiyetini yitirmedi. ABD, Afganistan’a müdahale ettikten sonra ülkeye dönen ve Hamid Karzai devlet başkanı seçilene kadar geçen kısa sürede bu koltuğa bir kez daha oturan Rabbani, yaklaşık bir buçuk yıl önce savaşa siyasi çözüm getirmek için kurulan ve pek de ilerleme kaydedemeyen Yüksek Barış Konseyi’nin başkanlığına getirilmişti. Ölümü de aslında bu yüzden oldu.

Rabbani, 20 Eylül’de Taliban’ın üstlendiği bir suikasta kurban gitti. Rabbani’nin ölümüne Afganistan yönetimi ve Batı büyük tepki gösterdi. Pakistan’ın da katıldığı barış görüşmeleri sona erdi. Afganistan’ın Pakistan’ı teröristlere destek vermekle suçlaması nedeniyle bölge ciddi bir diplomatik krizin içine girdi. ABD’nin çekilmeye hazırlandığı bir dönemde Afganistan’da istikrarın sağlanması çabaları ağır darbe yerken, ülkede aşırı İslamcı Taliban gibi örgütlerin daha da güçleneceği kaygıları arttı.


Kuzey Kore’nin “Sevgili Lider”i Kim Jong Il, 2011’in son büyük kaybı oldu. Aslına bakılırsa, Kim hakkında son yıllarda birçok kez “öldü” haberleri çıkmıştı. Hatta Kim’in yıllar önce öldüğü, zaman zaman kameralar karşısına çıkıp gövde gösterisi yapan kişinin sadece bir dublör olduğu bile iddia ediliyordu. Halbuki bu kez açıklama başkent Pyongyang’daki resmi ağızlardan geldi, dolayısıyla inanmamak için bir sebep yoktu.

Kim’in ölümü, Asya’da dengeleri değiştirebilecek nitelikte bir olay. Yerine “Büyük Halef” Kim Jong Un geçti. Oğul Kim, çok genç ve tecrübesiz. Üstelik hakkında çok da fazla bilgi yok. Bundan sonra sertlik yanlısı politikaları mı destekleyecek yoksa nükleer görüşmeler için masaya oturup, Güney ile birleşmenin yollarını mı arayacak henüz belli değil.

Kim Jong Un, göreve gelir gelmez füze denemesi yaparak, Sarı Deniz’de suların ısınmasına neden oldu. Dahası, bunun bir uyarı olduğunu, “tahrik edilmesi” durumunda nükleer deneme de yapabileceğini ilan etti.

“Sevgili Lider”in ölümünün yaptığı bir diğer önemli değişim de Kuzey Kore’nin yönetim kademesinde oldu. İlk gelen bilgilere göre, Pyongyang, “tek adam” yönetiminde “kolektif yönetim” modeline geçmeye hazırlanıyor.


İran’da 32 yıl önce devrilen Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin ailesinin üzerindeki son karabulut, küçük oğul Alirıza’nın intiharı oldu. Pehlevi, ABD’nin Boston şehrinde kendini vurmuş halde bulundu. Babası 1980’de sürgündeyken kanserden ölmüştü. Kız kardeşi Leyla ise 2001’de bir otel odasında aşırı dozda sakinleştirici içerek intihar etmişti.

Zaten Pehlevi’nin ölümünün ardından yapılan açıklamada da ailesinin başına gelen bu felaketler ve ülkesinin içinde bulunduğu durum nedeniyle uzun zamandır depresyonda olduğu söylendi. İntiharına gerekçe olarak bu durum gösterildi.

İran’da devrim olmasa bugün Pehlevi muhtemelen hayatta ve büyük ihtimalle de ülkenin başında olurdu. Aslına bakılırsa Pehlevi ölmeden önce dünyayı çok fazla da değiştiremedi. Aksine dünyanın değişimi onun ölümünü getirdi.


Yaşama hakkı, her insanın, insan olduğu için sahip olduğu bir hak. Peki ya ölme hakkımız var mı? İster ötenazi deyin, ister destekli intihar, çeşitli vakalardan dolayı zaman zaman gündeme gelen bu tartışmada akıllarda mutlaka bir isim vardı: “Doktor Ölüm” Jack Kevorkian.

Anadolu kökenli bir Ermeni ailenin oğlu olan Kevorkian, 1990’lı yıllarda, icat ettiği bir aletle 130’dan fazla hastanın ölümüne yardım etmişti. Sonradan bu kişilerden yüzde 60’ının ölümcül bir hastalığı olmadığı, birçoğunun acı bile çekmediği ortaya çıktı. 1993 yılında kemik ve akciğer kanseri bir hastanın ölmesine yardım ettiğinde tutuklanmış, ancak Michigan’da görülen mahkemenin yargıcı “Kişinin kendi kaderini tayin etmesinden daha temel bir hak göremiyorum” diyerek doktoru serbest bırakmıştı. Kevorkian bir dahaki mahkeme seferinde o kadar şanslı değildi. 1999’da kasıtsız adam öldürme suçundan 10 ile 25 yıl arası hapis cezasına çarptırıldı. 2007’de bir daha kimsenin intiharına yardımcı olmama şartıyla serbest bırakıldı.

Kevorkian, 3 Haziran’da karaciğer kanserine yenildi ve hayatını kaybetti. Hayatının son günlerinde birilerinin de kendi ölümüne yardım etmesini istemiş midir yoksa bir saat daha fazla yaşayabilmek için elinden geleni yapmış mıdır bilinmez. Ancak şurası kesin: Kevorkian başkalarının hayatını değiştirmedi, ölümünü değiştirdi.


İyi hastalık yoktur elbette ama kanserin en ağır hastalıklardan biri olduğu da evrensel bir kanı. Kanserin en yaygın türlerinden biri de her yıl milyonlarca kadın ve erkeği etkileyen meme kanseri. Ama meme kanseri artık korkulacak bir şey değil. Biz bunu pembe kurdelelerden öğrendik.

Kendisi de meme kanseriyle savaşmış ve hayatta kalmış bir kadın olan Evelyn Lauder, pembe kurdelenin fikir annelerinden biriydi. Hem kanser olmanın yarattığı korkuyu hem de geleceğe dair umudu simgeliyordu pembe kurdele. Lauder’ın başkan yardımcısı olduğu kozmetik devi sayesinde bütün dünya kadınlarının tanıdığı ve güç bulduğu bir sembol haline geldi. Aslına bakılırsa korku, umut ve mücadele Lauder’ın kanında vardı. Çünkü 1936’da Avusturya’da doğmuş ve Nazilerden kaçarak ABD’ye sığınmış bir Yahudi ailesinin çocuğuydu.

Lauder, meme kanseriyle savaşından galip çıksa da yumurtalık kanseri konusunda o kadar şanslı değildi. 12 Kasım’da hayatını kaybetti. Ama bugün dünyanın dört bir köşesinde milyonlarca kadın aynaya baktığında hala ona teşekkür ediyor.


Son yıllarda, kendi ülkelerinden binlerce kilometre uzaktaki ülkelere, silah zoruyla demokrasi getirmeye çalışan siyasetçilere alıştık ama kendi ülkesine, hem de tiyatro eserleri yazarak demokrasi getiren devlet adamı deyince akla Vaclav Havel’den başkası gelmiyor.

Çekoslovakya’daki sosyalist rejimi 1989 yılında bitiren “Kadife Devrim”in başkahramanı Havel, aynı zamanda ülkesinde demokratik seçimle görev başına gelen ilk cumhurbaşkanı olmuştu. Çekoslovakya’nın Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye bölünmesinde de önemli rol oynayan Havel aynı zamanda saygın bir edebiyatçı, kendi kendini eğitmiş bir entelektüeldi. Yazılarında ve piyeslerinde benimsediği demokratik değerleri yücelten, insancıl sosyalizm anlayışı, Prag Baharı’nın da etkisiyle ‘68 kuşağında büyük ilgi gördü.

Havel, uluslararası toplumda Çekoslovakya'nın entelektüel muhalefeti olarak tanındı. Hapisteyken yazdığı "Güçsüzlerin Gücü", bütün dünyada sosyalizm karşıtlarının başucu kitabı oldu. Havel, hapisten çıkar çıkmaz kendisini Sivil Forum’un lideri olarak buldu. Havel'i ölüme götüren de hapishanede geçirdiği yıllar oldu. Sözcüsü, 18 Aralık’ta yaptığı açıklamada Havel’in o dönemde geçirdiği ve iyi tedavi edilmeyen zatürreeye ve yakalandığı akciğer kanserine bağlı olarak hayatını kaybettiğini bildirdi.

En Çok Aranan Haberler