Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yeni Türk Ceza Kanunu'nda değişiklik yapan 5357 sayılı "Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un yayımlanmasını uygun bulmayarak, kısmen iade etti.
Sezer, yasanın 3 ve 29. maddelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce bir kez daha görüşülmesini istedi.
"DÜZENLEMELER, TOPLUMUN ADALET DUYGULARINI İNCİTECEK NİTELİKTEDİR" TCK'daki düzenlemelerin bir kez daha görüşülmesi için TBMM'ye geri gönderen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, iade gerekçesinde, yabancı ülkede işlenmiş olsa da kimi suçlardan dolayı kişiler için, Adalet Bakanı'nın takdirine dayalı olarak getirilen sorumsuzluk durumunun, hukuka aykırı ayrıcalık olduğunu, eşitsizlik yarattığı ve hukuk devletinde bu tür ayrıcalıklara ve eşitsizliklere yer verilemeyeceğinin açık olduğunu belirterek, "Bu nedenle, incelenen Yasa'nın 3. maddesiyle yapılan düzenleme hukuk devleti ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmamakta, toplumun adalet duygularını incitecek nitelikte bulunmaktadır" dedi.
Sezer, söz konusu yasanın 3. ve 29.maddelerinin, hukuk devleti, eşitlik, laiklik, ülke ve ulus birliği, öğretim birliği ilkeleriyle, Cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle, çağdaş ve bilimsel eğitim anlayışıyla bağdaşmadığını, toplumun adalet duygularını incitecek nitelikte bulunduğunu vurguladı.
İade gerekçesinde, yabancı ülkede işlenmiş olsa da, kimi suçlardan dolayı kişiler hakkında Adalet Bakanı'nın izniyle dava açılabilmesinin hukuk devleti ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmadığını vurgulayan Cumhurbaşkanı Sezer, yasanın 3. madde gerekçesinde, Adalet Bakanı'na bu yetkinin verilmesinin, sayılan suçlardan bir kısmıyla ilgili olarak "kamu davasının açılmasında zorunluluk kuralı"nın benimsenmesinin, kimi durumlarda politik bir sorun oluşturabilecek nitelikte olmasına bağlandığını belirtti. Sezer, fıkra kapsamına giren suçlardan dolayı failin Türkiye'de yargılanabilmesinin Adalet Bakanı'nın takdirine bırakıldığını ve bu yetkinin yaratacağı sonuca göre, yurt dışında aynı suçu işleyen 2 kişiden birinin Adalet Bakanı'nın istemi üzerine Türkiye'de yargılanacağını, diğerinin ise istemde bulunulmazsa yargılamadan kurtulabileceğine işaret ederek, "Gerek 765 sayılı önceki Türk Ceza Yasası'nın 4., gerek 5237 sayılı Türk Ceza Yasası'nın 13. maddelerinde, devletin yabancı bir ülkede suç işleyen 'yurttaşını' cezalandırması, 'suç failine göre kişisellik' ilkesi göz önünde tutularak düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerin amacı, yabancı ülkede suç işleyen, ancak kendi ülkesine döndüğü için ve 'yurttaşların verilmemesi ilkesi' nedeniyle suçu işlediği ülkede cezalandırılamayan kişinin, kimi koşullarla ülkesinde cezalandırılmasını sağlamaktır. Böylece, nerede işlenirse işlensin hiçbir suç cezasız kalmayacaktır" dedi.
765 sayılı önceki Türk Ceza Yasası'nın 6.maddesinde, incelenen Yasa'nın 3. maddesiyle getirilen sistemden farklı biçimde, yabancı ülkede, Türkiye ya da Türk yurttaşının zararına cürüm işleyen yabancıların Türkiye'de yargılanabilmesinin, diğer koşulların yanında Adalet Bakanı'nın istemine bağlı kılındığını, suçun bir Türk yurttaşınca işlenmesi durumunun öngörülmediğini anımsatan Sezer, "Oysa, incelenen yasanın 3. maddesiyle getirilen düzenlemede, Türk-yabancı ayrımı yapılmaksızın, fıkrada belirtilen suçlar nedeniyle Türkiye'de yargılama yapılabilmesi Adalet Bakanı'nın istemine bağlanmıştır" şeklinde konuştu.
5237 sayılı Türk Ceza Yasası'nın 13. maddesinin 2. fıkrasında, yabancı bir ülkede işlediği suç nedeniyle o ülkede yargılanan kişilerin Adalet Bakanı'nın istemiyle Türkiye'de yeniden yargılanabilmelerini olanaklı kılan bir kural olduğunu hatırlatan Sezer, "Ancak, bu kural, bir kişinin aynı suçtan ikinci kez yargılanmaması ilkesine karşın, fıkrada sayılan suçların önemi nedeniyle, devletin egemenlik hakkı gözetilerek getirilmiştir" değerlendirmesinde bulundu. Sezer, şunları kaydetti:
"İncelenen yasanın 3. maddesiyle eklenen 2. fıkra kuralında ise, kapsama giren suçları işleyen kişilerin Türkiye'de yargılanmaları Adalet Bakanı'nın istemine bağlı tutulurken, suçun önemi göz önünde bulundurulmadığı gibi, failin ya da faillerin yabancı ülkede yargılanıp yargılanmadıklarına da bakılmamaktadır. Başka bir anlatımla, 5237 sayılı yasanın 13. maddesinin 2. fıkrasında tanınan istemde bulunma yetkisinin kullanılmaması durumunda, kişi 2. kez yargılanmamış olacak; buna karşılık, incelenen yasayla getirilen 2. fıkradaki istemde bulunma yetkisinin kullanılmaması durumunda ise, kişi hiç yargılanmamış olacaktır. Bu nedenle her iki fıkrada Adalet Bakanı'na tanınan yetkiler arasında önemli fark bulunmaktadır. İncelenen yasayla getirilen, failin yargılanmasını ve cezalandırılmasını Adalet Bakanı'nın, siyasal ve öznel olarak kullanılabilecek biçimde takdirine bırakan düzenlemenin ayrıcalık niteliğinde olduğu ortadadır. Anayasanın 2. maddesinde, hukuk devleti ilkesi Türkiye Cumhuriyeti'nin nitelikleri arasında sayılmış; 10. maddesinde de, herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrım gözetilmeksizin yasa önünde eşit olduğu; hiçbir kişiye, aileye, zümreye ya da sınıfa ayrıcalık tanınamayacağı, devlet organları ve yönetimin tüm işlemlerinde yasa önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etmek zorunda oldukları kurala bağlanmıştır."
KANUNA AYKIRI EĞİTİM KURUMLARININ AÇILMASI Cumhurbaşkanı Sezer, hukuk devleti ve eşitlik ilkelerinin, hangi nedenle olursa olsun hiç kimsenin hukukun üstünde tutulmamasını, ceza yönünden sorumsuzluk durumlarının belli bir amacın gerçekleşmesini sağlamaya yönelik olarak, suç failleri arasında farklılık yaratmayacak ve sınırlı biçimde getirilmesini gerektirdiğini vurguladı. Yabancı ülkede işlenmiş olsa da kimi suçlardan dolayı kişiler için, Adalet Bakanı'nın takdirine dayalı olarak getirilen sorumsuzluk durumunun, hukuka aykırı ayrıcalık olduğunu, eşitsizlik yarattığı ve hukuk devletinde bu tür ayrıcalıklara ve eşitsizliklere yer verilemeyeceğinin açık olduğunu belirten Sezer, "Bu nedenle, incelenen yasanın 3. maddesiyle yapılan düzenleme hukuk devleti ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmamakta, toplumun adalet duygularını incitecek nitelikte bulunmaktadır" dedi. Cumhurbaşkanı Sezer, incelenen yasanın 29. maddesiyle, 5237 sayılı Türk Ceza Yasası'nın, yasaya aykırı eğitim kurumu açma suçunu ve bu suçun cezasını içeren 263. maddesinin yeniden düzenlendiğini belirtti. Yapılan düzenlemede, yasalara aykırı olarak eğitim kurumu açan ve işletenlere, üç aydan bir yıla kadar hapis ya da adli para cezası verileceğinin belirtildiğini anımsatan Sezer, yasaya aykırı eğitim kurumlarıyla ilgili suç ve ceza kapsamında yapılan değişikliğin daha iyi anlaşılabilmesi için, 765 sayılı önceki Türk Ceza Yasası'nın aynı konuyu düzenleyen 261. maddesiyle 5237 sayılı Türk Ceza Yasası'nın 263. maddesinin incelenmesinde yarar bulunduğunu bildirdi. Sezer, 765 sayılı önceki yasanın 261. maddesinde, 'Kanun ve nizamlara aykırı olarak mektep veya dershane açanlar, açılan mektep veya dershane kapatılmakla beraber altı aydan iki seneye kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Ruhsatsız öğretmenlik edenlerle bunları istihdam eyleyenlere de aynı ceza verilir. Mükerrerler hakkında verilecek ceza bir sene hapisten aşağı olamaz' kuralına yer verildiğini hatırlatarak, "5237 sayılı yasanın 263. maddesinde ise, 'Kanuna aykırı olarak eğitim kurumu açanlara, bunları çalıştıranlara ve bu kurumlarda, kanuna aykırı olarak açıldığını bildiği halde öğretmenlik yapanlara, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Yukarıdaki fıkrada gösterilen yerlerin kapatılmasına da karar verilir' düzenlemesi bulunmaktadır. Maddenin incelenmesinden, önceki yasanın ilgili kuralının, cezanın üst sınırının artırılmasıyla öz olarak korunduğu görülmektedir" dedi. Oysa, incelenen yasanın 29. maddesiyle yapılan değişiklikle, yasaya aykırı olarak açıldığını bilmesine karşın eğitim kurumlarında öğretmenlik yapanlar kapsamdan çıkarılarak bu gibilerin cezalandırılmalarının önlendiğini belirten Cumhurbaşkanı Sezer, şunları kaydetti:
"Yasaya aykırı eğitim kurumu açan ya da işletenlere verilecek cezaların alt ve üst tutarları caydırılıcılık sınırlarının altına düşürülmekte, 647 ve 5237 sayılı yasalardaki infaz kurallarına göre, bir yıldan uzun süreli hapis cezalarının paraya çevrilmesi olanaklı değilken ve kimi koşullara bağlanmışken, getirilen düzenlemeyle yasaya aykırı eğitim kurumu açan ya da işletenlere hapis cezası yerine adli para cezası verilmesi olanaklı kılınmakta, yasaya aykırı olarak açıldığı ya da işletildiği mahkeme kararıyla saptanmasına karşın bu eğitim kurumlarının kapatılması cezası kaldırılmaktadır. Böylece, yasaya aykırı eğitim kurumlarının açılıp işletilmesi özendirilmekte ya da çalışmalarını sürdürmesine olanak sağlanmaktadır. 'Yasaya aykırı' kavramı yasalarla birlikte Anayasa'yı da kapsadığından, getirilmek istenilen kural, aynı zamanda anayasal ilke ve kurallara aykırı eğitim kurumlarının açılıp işletilmesine ya da çalışmalarını sürdürmesine olanak sağlandığı anlamına gelmektedir. 765 ve 5237 sayılı yasalarda, yasaya aykırı eğitim kurumu açma, bunları işletme ve buralarda öğretmenlik yapma eylemlerinin suç olarak tanımlanmasının amacı, eğitim kurumlarını devletin gözetim ve denetimi altında tutarak, eğitim ve öğretim hakkının kötüye kullanılıp, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırı eğitim ve öğretim yerlerinin açılmasını önlemektir. Bu bağlamda, anılan yasaların hedefinin, ayrılıkçı terör örgütlerinin, misyonerlik etkinlikleriyle uğraşanların ve din devleti yanlısı tarikatların, devletin ilgili kurumlarından izin almadan, yasadışı yollarla okul ya da kurs açmalarının önlenmesi; böylece, sapkın yöntemlerle gençlerin çağdışı, bölücü ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine aykırı biçimde eğitilmelerinin önlenmesi olduğu açıktır. Söz konusu yasalardaki bu amaç ve hedefin incelenen yasada korunmadığı görülmektedir. Yeni düzenlemeye göre, yasaya aykırı olarak açıldığı saptanan eğitim kurumunu açan ve işleten kişi ya da kişiler yargılanıp, yalnızca adli para cezası ile cezalandırılabilecek; bu tür yerlerde öğretmenlik yapanlar ise cezalandırılmayacak, bu yerlerin kapatılabilmeleri de yönetimin takdirine kalacaktır."
Anayasa'nın 42. maddesinde, eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılacağı belirtildikten sonra bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağının kurala bağlandığına işaret eden Cumhurbaşkanı Sezer, "Anayasa'da 'bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağının açıkça vurgulanması, bu esaslara aykırılığı saptananların kapatılmasının da zorunluluğunu göstermektedir" değerlendirmesinde bulundu. Devletin görevinin yasalara aykırı eğitim kurumlarını yaşatmak değil, temelli ortadan kaldırmak olduğunu vurgulayan Sezer, "Devlet, yasaya aykırı eğitim kurumlarının açılmasını, yapacağı düzenlemelerle başından önlemek zorundadır. Anayasa'nın 42. maddesinde, devlete bu amaçla gerekli yasal ve yönetsel düzenlemeleri yapma görevi verilmiştir. Bu, başta yasama organı olmak üzere tüm devlet organlarının yükümlülüğüdür" ifadelerini kullandı.
ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİ
Tüm kurumlar için olduğu gibi, eğitim kurumlarının da açılıp işletilmesinin yasalara uygun olmasının zorunluluğa dikkat çeken Sezer, şöyle devam etti:
"Kurumlar, kurumları işletenler ve bu kurumlarda çalıştırılacakların yasal koşulları ve nitelikleri taşımaları kamu düzeninin zorunlu gereğidir. Yasalara uyumun sağlanması ve aykırılıkların önlenmesi devletin varoluş nedeni, huzur ve güven içinde bir arada yaşamanın vazgeçilmez koşuludur. Bir eğitim kurumunun yasaya aykırı olarak açıldığının yargı yerince saptanması durumunda, bu suçun cezası mutlaka kapatma olmalı, suç, kurum yönünden cezasız kalmamalıdır. Yasaya aykırı eğitim kurumlarına kapatma cezası verilmeyerek, kapatma işleminin bir yönetsel işleme, yöneticilerin takdirine bırakılması yasaya aykırılığa süreklilik kazandırabilecektir ki, bu durumu hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırmak olanaksızdır. Ayrıca, incelenen yasanın 29. maddesiyle yapılan düzenlemede kapatma cezasına yer verilmemesi Anayasa'nın 42. maddesine de uygun düşmemekte, bunun, suçun niteliği ile bağdaştırılmasına da olanak bulunmamaktadır. Çocuklarımızın, ülkemizin gerçekleri ve gereksinimleri yönünde, gelişen ve değişen dünya gereklerine uygun çağdaş bir eğitim ortamı içinde yetiştirilmesi çağı yakalamanın zorunlu koşuludur. Anayasa'nın çağdaş bir eğitim ve öğretim öngörülen 42. maddesinde, 'Eğitim ve öğretimin, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı; bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağı', 'Eğitim ve öğretim özgürlüğünün Anayasa'ya sadakat borcunu ortadan kaldırmayacağı' belirtilmiştir. Devletin eğitim ve öğretimdeki gözetim ve denetim görevi, laiklik ve bunun eğitimdeki yansıması olan öğretim birliği ilkesine aykırı etkinlik ve öğretim yapılmasına izin verilmemesi görevini de kapsamaktadır. Eğitim ve öğretimde böylesine önemli yer tutan laiklik ve öğretim birliği ilkelerinin anayasal içeriğinin irdelenmesinde yarar bulunmaktadır. Anayasa'nın 1. maddesinde, Türkiye Devleti'nin bir Cumhuriyet olduğu belirtilmiş; 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin, başlangıçta yer verilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulanmış; 4. maddesinde de, 1 ve 2. maddelerdeki Cumhuriyetin ve Cumhuriyetin niteliklerinin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin önerilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliklerinden olan laiklik, anayasal içeriğiyle güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 176. maddesine göre, Anayasa metnine dahil olan, Anayasa'nın dayandığı temel görüş ve ilkeleri içeren başlangıç bölümü, maddelerin amacını ve yönünü belirten bir kaynaktır. Madde gerekçesinde de, başlangıç bölümünün Anayasa'nın diğer kuralları ile eşdeğer olduğu vurgulanmıştır."
Cumhurbaşkanı Sezer, Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyetin gereklerine uygun olarak yasayla sınırlanabileceği; 14. maddesinde de, Anayasa'da yer verilen hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağının öngörüldüğünü anımsattı. Böylece, temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyeti zedeleyecek biçimde kötüye kullanılması önlenmiş, gerekirse laik Cumhuriyeti korumak için temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının kabul edildiğini belirten Sezer, "Anayasa, bireyin inanç alanında kaldığı sürece din ve inanç olgusuna sınırsız bir özgürlük tanımakta, buna karşın toplumsal yaşamı etkilediğinde, açığa vurulduğunda kamu düzenini koruma amacıyla bu özgürlük sınırlanabilmektedir. Bu bağlamda, devlet, dinin kötüye kullanılmasını ve sömürülmesini önleyecek önlemleri almakla yükümlü kılınmıştır" dedi.
İKİLİ EĞİTİM KAOSA YOL AÇAR Anayasa'nın 174. maddesinde, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik niteliğini koruma amacı güden devrim yasaları tek tek sayılarak anayasal güvenceye alındığını kaydeden Sezer, bu yasaların, maddede de belirtildiği gibi laiklik ilkesiyle doğrudan ilgili bulunduğu, Cumhuriyetin laik niteliğini somutlaştırmakta ve ona içerik kazandırdığını vurguladı. Bu nedenle, Anayasa'nın 174. maddesinin, başlangıcı ile 2. ve 24. maddelerinden ayrı düşünülemeyeceği ve onları tamamlayıcı nitelikte olduğunu bildiren Cumhurbaşkanı Sezer, ayrıca, 174. maddede yer verilen ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarında yeni rejimi oluşturmak amacıyla çıkarılan yasaların 'inkılap yasaları' olarak anılmalarının, bu yasaların Türk Devrimi ve Atatürk ilkelerinin gerçekleşme aracı olduğunu gösterdiğini belirtti. "Bundan da anlaşılmaktadır ki, laiklik, tüm anayasal kurallara egemen bir ilkedir" diyen Sezer, şunları kaydetti:
"Anayasa koyucu, Atatürk devrimlerinin temel felsefesinin önemini, devrim yasalarını 174. maddesiyle korumaya alarak vurgulamak istemiştir. Gerçekten, 1982 Anayasası'nın 'İnkılap kanunlarının korunması" başlıklı 174. maddesinin gerekçesinde, 'Atatürk inkılaplarının Atatürk'ün amaç olarak gösterdiği Batı uygarlık düzeyine varıştaki önemleri tartışılmayacak kadar açıktır. Türk Milleti bu inkılapların bilincine varmış ve onlarla ilgili değerlendirmelerini etrafında toplandığı fikirler nüvesine katmıştır. Ancak zaman zaman Atatürk inkılaplarının anlamını kavrayamayanların belirdikleri görüldüğünden inkılapları Anayasanın himayesine alan 1961 Anayasasındaki hükmün yeni Anayasada korunması yerinde görülmüştür' denilerek, devrimlerin Anayasa'nın korumasına alındığı belirtilmiştir. Ülkemizde laik öğretime geçiş, Anayasa'nın 174. maddesiyle korumaya alınan 3 Mart 1924 günlü, 430 sayılı Öğretim Birliği Yasası ile gerçekleştirilmiştir. Bu Yasa ile, Türkiye'deki tüm okullar, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmış, Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ile vakıflarca yönetilen medreseler ve dini eğitim veren okullar kapatılmış, Diyanet uzmanları yetiştirmek üzere ilahiyat fakültesi, imam ve hatip gibi din hizmetlerini yürüteceklerin yetiştirilmesi amacıyla okullar açılması için Milli Eğitim Bakanlığı'na görev ve yetki verilmiştir. Öğretim birliği ilkesinin amacı, akla ve bilime dayalı programlarla çağdaş uygarlık hedefine yönlendirilmiş yurttaşlar yaratmaktır. İkili öğretim, yani bir yanda akla ve bilime, öte yanda dinsel öğretiye dayalı öğretim toplumda ikiliğe yol açacak, kaos ve karmaşa yaratacaktır. Bunun çağdaşlaşma hedefine ve ulusal birliğe zararı açıktır."
Öğretim Birliği Yasası'nın amacının, din kültürünü bilimsel ortamda edinmiş, aydın, toplumu batıl inançtan kurtarabilecek din adamları yetiştirmek olduğunu vurgulayan Sezer, bu amacın, imamlık, hatiplik ve Kuran kursu öğreticiliği gibi alanlardaki dini hizmetleri yerine getirmek için, öğrencileri bu mesleğe hazırlayıcı programlar çerçevesinde eğitim ve öğretim verilmesi gerektiğini ortaya koyduğunu bildirdi. Devlet gözetimi ve denetiminin olmadığı ya da sonuç vermediği ortamlarda dinsel ve bilimsel ikili eğitimin gelişip yerleşmesinin kaçınılmaz olduğunu belirten Sezer, incelenen yasanın 29. maddesiyle yapılan dczeüzenlemenin zaman içinde ikili eğitime yol açacak nitelikte olduğunu savundu. Sezer, "Yasaların izin vermediği kurumlarda din eğitimi yapılmasına, bu yerleri açmanın ve çalıştırmanın neredeyse teşvik edilmesine, bu kurumlara dolaylı destek verilmesine, zaman içinde ikili eğitime yol açacak nitelikteki düzenlemenin, laiklik ve öğretim birliği ilkeleriyle, çağdaş ve bilimsel eğitim anlayışıyla ve Cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle bağdaşmayacağı açıktır" dedi.
Anayasa'nın başlangıç bölümüyle 3. maddesinde, Türkiye Devleti'nin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütün olduğunun belirtildiğini; 5. maddesinde, Devlet'e, ulusun bütünlüğü ve ülkenin bölünmezliğini korumak görevi verildiğini kaydeden Cumhurbaşkanı Sezer, "Yasa dışı ayrılıkçı ve dinsel eğitim kurumlarının yetiştireceği Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının sahip olacakları sapkın düşüncelerin gelecekte ülke ve ulus birliğine tehdit oluşturabileceği ortadadır" uyarısında bulundu. Sezer, bu nedenle, 29. maddeyle yapılan düzenlemenin ülke ve ulus birliği ilkelerine de uygun düşmediğini belirterek, "Anayasa'da yer verilen laiklik ilkesi uyarınca, İslam dininin aydın din adamlarınca anlatılıp öğretilmesi Türkiye Cumhuriyeti'nin kalıcılığı yönünden de zorunludur. Bu nedenle, Anayasa'nın 136. maddesinde, genel idare içinde yer verilen Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, laiklik ilkesi doğrultusunda, tüm siyasal görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak, ulusun dayanışması ve bütünleşmesini amaç edinerek, özel yasasında gösterilen görevleri yerine getireceği belirtilmiştir. 22.06.1965 günlü, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında yasaya, 22.07.1999 günlü, 4415 sayılı yasayla eklenen ek 3. maddede de, Kuran ve anlamını öğrenmek ve dini bilgiler almak isteyenlerden ilköğretimi bitirenler için Diyanet İşleri Başkanlığı'nca Kuran kursları açılacağı; ayrıca, 5. sınıfı bitirenler için tatillerde, Milli Eğitim Bakanlığı'nın denetim ve gözetiminde yaz kursları açılacağı kurala bağlanmıştır. 633 sayılı yasanın 16. maddesine göre de, il ve ilçe müftüleri bölgelerindeki din hizmetlerini, dini kuruluşları yönetmekte, din görevlilerinin hizmetlerini düzenleyip denetlemektedir. Görüldüğü gibi, Kuran kurslarının yönetim ve denetimi anayasal ilke ve kurallara uygun biçimde bir yönetim birimi olan il ve ilçe müftülüklerine verilmiştir. Türk milli eğitiminin genel amacı, Türk Ulusu'nun tüm bireylerini, Atatürk ilke ve devrimlerine ve Anayasa'da anlatımını bulan Atatürk Milliyetçiliği'ne bağlı, Anayasa'nın başlangıcında belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları yaşamında uygulayan yurttaşlar olarak yetiştirmektir. Eğitimde, planlama ve program kadar, belki ondan da fazla önemli olan uygulamadır. Uygulamada yaşanacak sapmalar, laik eğitim ve ulusal birlik yönünden aykırılıklara neden olacaktır. Bu nedenle, eğitim hizmetlerinin, yurt düzeyinde, ülkedeki tüm yurttaşlara fırsat ve olanak eşitliği sunacak biçimde merkezi yönetimin genel sorumluluğu altında yürütülmesi gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, incelenen Yasa'nın 3 ve 29. maddelerindeki düzenlemeler; hukuk devleti, eczeşitlik, laiklik, ülke ve ulus birliği, öğretim birliği ilkeleriyle, Cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle, çağdaş ve bilimsel eğitim anlayışıyla bağdaşmamakta, toplumun adalet duygularını incitecek nitelikte bulunmaktadır. Yayımlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle uygun bulunmayan 5357 sayılı "Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun", 3 ve 29. maddelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce bir kez daha görüşülmesi için, Anayasa'nın değişik 89 ve 104. maddeleri uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir" açıklamasında bulundu.