Kevin Connolly
BBC muhabiri
Lübnan'daki televizyon bültenleri rehine krizi haberlerini öne çıkarıyor; bu haberler aynı zamanda Lübnan'ın Suriye'deki krizle ne kadar ilintilendirilebileceğinin de işareti aslında.
Rehine krizi, Suriye'de silahlı muhaliflere bağlı kişilerin bir grup Lübnanlı Şii'yi kaçırmasıyla başladı.
Hassan Mekdad'dı kaçırılan. Silahlı muhalifler Mekdad'ı Lübnan'daki Hizbullah hareketinin militan bir üyesi olduğu ve Suriye'ye girip Beşar Esad yönetiminin yanında çatışmak istediği için kaçırdıklarını söyledi.
Mekdad, aslında bir yandan da Lübnan'da silahlı olan bir aşiretin üyesi; kaçakçılık işiyle uğraşıyor; Lübnan'ın doğusunda yerleşikler ve en kısa zamanda üyelerini geri almak istiyorlar.
Aşiret, üyesi olan Makdad'ın kaçırılmasına misilleme olarak Lübnan'da yaşayan bir grubu kaçırdı; kaçırılanların Sünni olduğu biliniyor.
Aşiret temsilcileri, kaçırdıkları bazı kişilerin Özgür Suriye Ordusu üyesi olduklarını söylüyor.
Rehinelerden biri yüzbaşı olduğunu, Suriye'ye sevkiyattan sorumlu olduğunu söylüyor.
Mekdadlar, Lübnan'daki diğer pek çok kişi gibi Suriye'deki çatışmaları din temelli bir bakış açısıyla görüyor.
Buna göre, Suriye, laik bir devlet ya da devletti ama şimdi Sünniler, Esad'ın kimliğinde, bir Alevi'yi devirmek etmek istiyor.
Lübnan'daki pek çok kişi, ki buna Mekdadlar da dahil, size Suriye'de kaçırılanların Lübnanlı ya da İranlı değil, Şii olduğunu söyler.
Bunun yanıtı çok basit: O da Lübnan'daki Sünnilerin rehin alınması.
Dört tane Körfez ülkesi var ortada; bunların tamamı kaygı duyuyor; vatandaşlarına, Lübnan'dan çıkmalarını salık veriyor.
Sünni Müslümanların yaşadığı ülkeler bunlar ve Suriye'de Beşar Esad'a yönelik mücadeleyi destekliyor; tabi Mekdad aşireti de Suriyeli muhaliflerin üzerinde baskı oluşturmak için, bu ülkelerin vatandaşlarının kaçırılmasını meşru bir yöntem olarak görüyor.
Türkiye'nin silahlı muhalefeti desteklediği ve evsahipliği yaptığı anlaşılıyor; bu haliyle, Mekdadların bariz hedefi haline dönüşüyor; bunun bir göstergesi, Mekdad'ların kaçırdığı kişiler arasında bir Türkün de bulunması. Aşiret sözcüleri, Suriye'de kaçırılan Hassan Mekdad, serbest bırakılmazsa ellerindeki Türkü öldüreceklerini söylüyor.
Suriye'deki krizin bölgeye yayıldığı, yayılacağı bir aşamaya mı gelindi?
Kimse bunun cevabını tam olarak bilmiyor tabi ama görünen tablo bunun böyle olmadığı umudunu beslemek için nedenleri de beraberinde getiriyor.
Geçmişe bakıldığında Lübnan ve Suriye'nin Fransız sömürge yönetiminden kopan ülkeler olduğu hatırlanmalı; ikisinin de mozaik olarak nitelenebilecek bir nüfus yapısı bulunuyor; farklı dini gruplaşmalar var; dolayısıyla gerginliklerin Suriye ile Lübnan arasında geçişken olması kolaylaşıyor.
Suriye'de kriz olan dönemlerde Lübnan'da etnik kökenli çekişmelerin mayalandığı biliniyor.
Tabi buna ek olarak Suriye ordusunun 30 yıl boyunca Lübnan'ı işgal ettiği de akılda tutulabilir; Suriye bu nedenle Lübnan'daki siyaset üzerinde büyük bir etkiye sahip.
Rami Huri, Beyrut'un en etkili gazetecilerinden biri. Huri, rehine krizine dışarıdan bakacak olanların iki ülke arasındaki bu uzun ve fay hatlarıyla bezenmiş tarihine dikkat etmelerini salık veriyor ve olup bitenleri sadece devam etmekte olan Suriye krizinin ışığında tanımlamanın yanlış olacağına işaret ediyor.
"Çatışmanın sıçrama ihtimali bir gerçek ve şu an olup bitenler sıçramaya konu olabilecek meselelerin sayısını arttırdı."
"Ama bu hakikaten Lübnan'ın on yıllar boyunca, bir anlamda Suriye'deki şokları emen bir kum torbası olmuş olmasından kaynaklanıyor. Son olanlar tek başına bugün olanlarla açıklanmamalı."
Körfez ülkelerinin yaptığı çağrı bu açıdan anlam taşıyor ve aslında son derece ağırlıklı bir önem taşıyor; bu ülkelerin, vatandaşlarından Lübnan'ı terk etmelerini istemeleri ve hızla alevlenen rehine krizleri, dikkatleri Lübnan'ın bu son krizle olan ilişkisine yönlendirdi ancak şunu akılda tutmak gerekiyor, o da, Mekdad aşireti Suriye'deki üyelerinin teslim edilmesinden başka bir talep dile getirmiyor.
Sorun bir mahkum takası gibi halledilebilir, belki. Bunun için arabulucu girişimler başladı bile.
Ve tabi ki, Esad yönetiminin, ülke topraklarındaki krizi bölgeselleştirmek isteyebileceği, kendisine karşı ayaklanmanın başladığı geçen seneden beri üzerinde konuşulan bir konu.
Kimi söylentilere göre Şam krizin odağını saptırmak için Golan Tepeleri'ne bir saldırı düzenleyebilir örneğin; Golan Tepeleri 1967'deki Altı Gün Savaşı'ndan bu yana İsrail'in işgali altında bulunuyor.
Esad yönetiminin elindeki bu kozlar arasında, Lübnan'ın güneyindeki Şii Hizbullah'ın militanlarını silahlandırmak da bulunuyor; Hizbullah'ın niteliği, İsrail'e karşı bir saldırı düzenleme ihtimalinin doğal olarak belirmesine yol açıyor.
Gelinen bu aşamaya kadar, ne var ki, bu ihtimaller gerçekleşmedi, Suriye ordusu silahlı muhaliflerle çatışmaya yoğunlaşmak zorunda kaldıkça, enerjisi azalacak; bu da kriz alanında bir kavşak alanı oluşturma enerjisi bulunmayacak; kavşak Suriye'nin krizi dışarıya yönlendirmesinin zeminini hazırlayabilir.
Rehine krizi çok ciddi bir konu; benzer bir şekilde Mekdadların Türk rehineyi öldüreceklerine ilişkin tehdit de; böyle bir gelişme, Türkiye'de derin bir öfkeye yol açacaktır.
Yine de sorunların Suriye sınırları içinde tutulabileceğini ummak için nedenler de yok değil; bu nedenle, en azından şimdilik, Suriye'deki kriz, topraklarıyla sınırlı kalıyor.