Rana Jawad
BBC, Trablus
Şubat ayında sosyal paylaşım sitesi Facebook'da Libya'da devrim yapılması çağrısında bulunan sayfalar gün be gün çoğalırken, kaygılar da tırmanıyordu.
Buradaki iki yabancı muhabirden biri olduğumdan, olan bitenleri nasıl duyuracağım konusunda nice uykusuz gece geçirdim. Yeni evlenmiştim, kocam Bingaziliydi. Bingazi'nin Kaddafi'ye karşı ayaklanmanın başladığı yer olması, durumumu daha da karmaşık hale getiriyordu.
15 Şubat'ta, saat 02.40 sularında cep telefonum çaldı. Ekranda "gizli numara" yazısını görünce yüreğim ağzıma geldi. İsyan başlamıştı ve 'Londra' benden haber istiyordu. Bingazi'de yaşayanlar, an be an bana yenilenen bilgileri geçmeye başladılar. Sabah saat 7 olduğunda, durmaksızın haber geçecek duruma gelmiştim.
Kocam Bingazi'de değil, Trablus'ta olduğumuzu hatırlattı.
"Senin gibiler üstüne uzmanlaşmış ölüm mangaları var. Ben sana yardımcı olamam, kimse olamaz! Kapımızı çalacaklar ve gözlerimin önünde seni sürükleyip götürerek öldürecekler." dedi.
Ertesi gün cep telefonum engellendi. Haber göndermeyi bıraktım; yeni bir numara aldım ve beklemeye başladım. Ayın 20'sinde kocam, Kaddafi gibi Sirteli komşumuzla, apartmanın merdivenlerinde karşılaşmış. Adam, kayıtsız bir tavırla "sizinkiler hala susmuyor mu?" diye sormuş.
Ufak tefek eşyayı bir ufak valize doldurduk, haber geçmek için kullanacağım tüm araç gereci de aldık ve kayınlarımın evine gitmek üzere yola çıktık.
O gece Trablus'un silahsız sakinleri, barışçı ve dev boyutta bir gösteri düzenledi. Ama yoğun topçu ve makineli ateşiyle karşılaştılar. Ben yine yayındaydım; televizyon ve radyoya, o anda olan bitenleri aktarıyordum.
Trablus'tan yaptığım son yayın oldu o. Daha doğrusu bundan altı gün öncesine kadar. Londra'daki BBC editörleri güvenliğimden kaygı duyuyordu.
Ben de kaygılıydım.
Trablus'taki gösterilerden bir gün sonra basın toplantısına davet edildiğimde, yetkililere, "kişisel nedenlerle meslek yaşamıma bir süre ara verdiğimi" bildirdim.
Bir yabancı olarak, Libya yetkililerinin bana anlattıklarından ya da diğer yabancı gazetecilere gösterilenden ötesinde olan bitenleri dış dünyaya anlatmaya devam edecek olsaydım, en iyi ihtimalle ülkeden atarlardı beni, buna kuşkum yok. Yaptıklarımdan kocam ve ailesi de sorumlu tutulur ve akla gelmeyecek davranışlara maruz kalırlardı.
Bu yüzden de ben, kimliğini açıklamayan, 'Trabluslu bir erkek' kimliğine büründüm. Üç ay boyunca adım artık "Trablus Tanığı" olacaktı.
BBC'nin internet sayfası için kentteki hayatı anlatıyordum. Haftalar geçtikçe, haber toplamak giderek zorlaştı. Bazıları tutuklanan ve işkence gören birçok dostum ve haber kaynağım, ülkeden kaçtı.
Başlarda, gecenin herhangi bir saatinde yatağımdan fırlıyor, "tamam, benim nerede olduğumu buldular! Trablus Tanığı'nın ben olduğumu anladılar." diye düşünüyordum.
Ya da tanıdıklarımızın birçoğununki gibi bizim evimizin de güvenlik güçlerince basılacağından kaygılanıyordum.
Her üç günde bir, üzerimdeki stres dayanılmaz hale geldiğinde, bir kek yapıyordum evde. Bir arkadaşımın kitaplığında bulduğum ucuz aşk romanlarına da umulmadık şekilde sardırmıştım. Hatta son zamanlarda örgü işine de el attım ama, örgü örmenin mesleki bir seçim olamayacağını, hatta boş zamanlarımı dolduracak bir meşgale bile olamayacağını anladım. Sık sık kötü rüyalar görüyordum; Albay Kaddafi'yi, insanların idam edildiğini görüyordum.
Yayın araç gereçlerimi saklayabileceğim bir yer bulmak çok rahatlatmıştı ama, giderek, kendi düşüncelerimden korkmaya başlamıştım. Bunu gizlemek de mümkün değildi. Yavaş yavaş, "bu, acaba aklımı kaybetmeye başladığım an mı?" diye düşünmeye başlamıştım. Değildi!..