KADIN

Bize Ulaşın BİZE ULAŞIN

Mynet Soran Anne Platformu

1 Bebeğinizin cinsiyeti nedir?
2 Bebeğinizin yaşını belirtir misiniz?
3 Sizlere hangi konuda yardımcı olmamızı istersiniz?
4 Öğrenmek istediğiniz farklı detaylardan burada bahsedebilirsiniz.
    Kalan mesaj: 10

    Yaşam Yasasındaki Denge

    İçinde yaşadığımız dünya dönerken, her başka  döngü birbiriyle sessizce bir ilinti  içinde…

    İçinde yaşadığımız dünya dönerken, her başka döngü birbiriyle sessizce bir ilinti içinde… Rüzgar ağaçları sallıyor, çiçekler kokularını nefeslere sessizce armağan olarak sunuyor. Yağmur bütün doğanın üzerine inerek, yeşili doyuruyor, canlılığını koruyor.

    Rüzgarla, suyla, yıldızlarla, çakıl taşlarıyla hayvanlarla ve elbette insanlarla birlikte süregiden bir "denge" söz konusu. Doğanın bu mükemmel "işletim sistemi" kendi varoluşunu belirliyor. Evrenin bu konumlanışı içinde "Kelebek Etkisi" varolan döngüye müdahil oluyor. Yaşam içinde artık "çekim yasası" gibi sözcükleri günlük yaşama endeksleme çabasındayız.

    "Elektrik" alabilmek

    Bu çerçevedeki konuları ele alan kitapların milyonlarca sattığı düşünülürse demek ki insanlar büyük bir arayış içinde. VİP Kredi kartlarını, marka arabaları kullananların da ilk çıktığı anda tükettiği bu kitap, şunu gösteriyor ki; bu arayış ya da asıl tanımlama "boşluk" eşyaya, parasal güce sahip olup olmamakla da ilgili değil. (Hem Rhonda Byrne’ın yazdığı "Secret"ı, hem de Nil Gün’ün "Çekim Yasası" okuduğum kitaplar arasında) "Çekim", yani istediğini hayata "çekme" olgusuna insanların kafa yorduğu bir gerçek…

    "Yaşam Yasası" olarak da adlandırabiliriz bu işleyişi. Kim olduğunuzun önemi bulunmaz bu yasada. Bir ayırım yapmaz yasa. Kim olduğunuzu, geçmişinizi, ulusunuzu veya ırkınızı dikkate almaz. Bilinç yoluyla işler. Ne var ki, günümüzde zihinsel anlamda yaşanan enerji fakirliği, istediğine ulaşma noktasında bilinci tıkayabiliyor. İletişim kurmakta zorlanan, o çok bilinen ifadeyle "elektrikleri" sık sık kesilen modern dünya insanı, dar bir kalıbın içinde… TV’deki bir programda bu o kadar somut ki: Bir kadın ve bir erkek bir araya getiriliyor bir stüdyoda. Genellikle bu karşılaşmada, karşı taraf "öteki"nden "elektrik" alamıyor! Kişiliği tüketim dünyasında biçimlenen bu çağ insanının eşyaya kutsiyet derecesinde verdiği değer, bir çok "sosyal arızayı" da beraberinde getiriyor: İnsanın da eşyalaşmasını…. Bu durumda bir kimsenin başka bir kimseyi "kendine kabul etmemesi" durumu doğallaşıyor. Öte yandan, Her şeyin kablolarla, ağlarla ve megabayt hızlarla, birbirine "bağlandığı" bir atmosferde, gittikçe gerçek bir BAĞ oluşturmak zorlaşıyor.

    Enerjisel güce ilgi

    Bunun yarattığı "yabancılaşma" çok hızlı şekilde kök salıyor. Bu nedenle her türden ilişkilerin sorunlu olduğu kesin. Gökyüzünden yerküremize yansıyan kozmik bir gücün farkındalığına yönelik ilginin bir nedeni de bu. Bunu "sihirsel" bir güç olarak tanımlayanlar da var. "Nasıl olur da hayatıma anlam katarım?" sorusuyla birlikte bu bakış açısına ilgi artıyor. Hatta ilgi öylesine büyüyor ki, Kuantum düşüncesini savunan uzmanlar TV programı bile yapıyor. Yaşamı bir de "üçüncü boyuttan" anlamdırma çabasında olan insanların sayısı her geçen gün çoğalıyor. Evet, her duruşun, olayın, olgunun aynı zamanda "enerjisel" bir anlamı da var. Yaşadığımız doğada bütün öğelerin karşılıklı etkileşimleri söz konusu. Herhangi dışsal bir durumun sadece göze, kulağa veya kalbe etkisini "bütünsel" olarak anlamlandırma durumunda, "bakma" değil "görme" biçimleri önem kazanıyor. O bakışın arkasındaki gerçeklik; varlıkların en küçük parçacığında yatıyor… İşte kozmik sistemdeki konumlanışımızı bu "farkındalıkla" nitelemenin en basit ifadesi böyle. Herşey birbirini "mikro" düzeyde etkiliyor. İşte bu etkileşim sistemi, “kelebek etkisi” olarak bildiğimiz o etki…

    "Kelebek etkisi"

    Günlük yaşamdan örnek vermek gerekirse: bir arkadaşınıza gülümsediğiniz bir anı bu bakış açısıyla anlamlandırabilirsiniz. O insanın, o gün çok ters giden yaşamsal döngüsünü, gülümsemenin enerjisiyle tamamen tersine çevirebilme gücü de bir "olasılık"tır. Kişisel gelişim kitapları veya konferansları bize bu düşünselliği kazandırabilir. Ama ya hayat o düşünce ile nasıl buluşacak? Sorun da burada: Bütün bunları sadece uygulayabildiğimizde ne olduklarını bilebiliriz. Bir kitapta altını çizdiğim şu söz aslında yolu gösteriyor: "Uygulamak, bilgiyi bilgeliğe dönüştürür!"

    Evrendeki senfoni

    Mutlu görünen ya da tebessüm eden insanlara sormak istersiniz genellikle, "Bu enerjiyi nereden buluyorsun?" ifadesiyle…

    Bunun çok nedenleri olabilir elbette ama asıl olarak bir gülümseyişle ya da sahici (kesintisiz) bir iletişime geçmek mümkün. Fakat olumlu enerjinin paylaşımında asıl olarak doğayla ve evrenle gerçek anlamda kurulan ilişkinin payı da gizli: Örneğin tabiatı sevmek, evrenin armağanı olarak doğadaki her varlığa teşekkür etmek, doğayla kurulan "ilişki" biçimlerinden biri. Çünkü nehirlere, karaya, rüzgara, taşa ve yağmura.. Doğaya ilettiğiniz her sevgi enerjisi, size bumerang gibi geri gelen bir döngüsellikte. Doğadan kopmayanların öğreneceği çok şey var. Bir ağaçtan hatta bir yapraktan bile. Ondaki "bilge" yanı keşfetme isteğiyle bakarsak farkındalığımız gelişir. Mevlana, bu bakış açısını şu sözlerinde o kadar güzel anlatıyor ki: "Ey minik yaprak, söyle nereden buldun dalı delecek gücü? Nasıl çıktın zindanından dışarı? Anlat bize, anlat ki, biz de kavuşalım ışığa, biz de çıkalım zindanımızdan dışarı! Ey servi, yerde bitiyorsun ama nasıl da atılmışsın gururla göklere! Kimden öğrendin nasıl yapıyorsun bunu? Öğret bize de, yükselmeyi göklere!"

    Tabii ki bu, evrendeki eşsiz senfoninin yaydığı ritmin "farkında" olanlar için böyle… Bu ritmi yakalamaya bazen yaptığınız bir tablo, bazen de gülümsemenizi paylaştığınız bir insan neden olabilir. Kelebeğin kanat çırpması, dünyanın başka bir karasında iklim değişikliklerine bile neden oluyorsa, benliğimize dahil olan küçücük bir duygusal girdi de pozitif bir hareketin sebebine dönüşebilir.

    "Pozitif"lik karşıtları da var!

    Şimdi doğası gereği bencil ve kimseyle hiçbir "insansal" bir paylaşıma sıcak bakmayan dostlarımızın da şöyle bir iddiası var: "Hayatta her şey bu kadar kötü giderken bu lay lay lom haller sinir bozucu!" İyi de bu her önüne gelene gülümsemek, herkesi onaylamak, herkesin her dediğini yapmak olarak neden algılanıyor ki! ( Herkesi onaylayan bir insan zaten kişiliksiz ve başka çıkarlar peşindedir.) Her an olumlu düşünmek mümkün mü? Günümüz koşullarında herşeyin daha da zorlaştığı açık. Belli bir kişisel gelişim çizgisini aştıktan, deney noktalarından geçtikten sonra bir gülümsemeyi kimin hakedip haketmediğinin "farkındalığına" erişmiş insandan söz ediyoruz:) Fakat sürekli homurdanmak, depresyon hallerinden çıkmamak için özellikle direnmek, "öteki" anlayışlara hizmet eder. Olumsuzluk içeren karşı kutuptaki negatif, bencil klişeleri besler.. Savaşların, cinayetlerin ve mutsuzlukların arttığı bir dünyada; kötülerin, karanlık havayı sevenlerin değirmenlerine bu ortamlardan su taşıdığını unutmamak gerekir. Bir gülümseme ile çoğalan "özgüven" az şey midir ki….

    Sorularınızı ve yaşanmışlıklarınızı paylaştığınızda mutlaka yanıtlayacağımı bilmenizi isterim..
    umutla

    Ayla Önder
    ayla.onder2009@mynet.com

    Vitrin


    En Çok Aranan Haberler