İnsanların köşeye sıkıştıklarında ya da yalan söylediklerinde yüzünün renginin değişimesini Darwin bile açıklayamamış. Darwin, bu özelliğin ırk ya da renk farketmeksizin her insanda var olduğunu ancak hayvanlarda böyle bir eylemle karşılaşmadığını söylüyor. Darwin bu soruya cevap veremese de, yeni nesil bilim adamları bu konuyu araştırıyor.
Yüz kızarması konusunda bir çok sav var. Bunlardan birisi de yüzü kızaran bireyin, bulunduğu sosyal ortamdaki ya da kendisinden daha yüksek kademede bulunan insanların ondan daha yukarda olduğunu kabul etttiği anlamına geldiğini savunuyor.
Bu savdan daha uzun süre sonra, toplumsal etkileşimler artıkça yüz kızarmasının nedeni daha ‘ticari’ ve ‘yumuşak’ bir anlam kazandı. Yüzü kızaran bireyin gerçek düşüncelerinin aslında ne kadar masum olduğunu dışa vurduğu söyleniyor. Kadınların yüzü, erkeklere göre daha fazla kızarıyor.
ABD’nin Baltimore şehrindeki Maryland Üniversitesi’nde nörolojist olarak çalışan Robert R. Provine ve ekibinin 10 sene süren araştırması sonucunda insanların komik şakalara değil banal yorumlara güldüğünü ortaya çıkarttı.
Provine, gülmenin insan öncesi dönemde gıdıklama eyelemine fizyolojik bir tepki olarak evrildiğine inanıyor. Modern çağlardaki maymunlar gıdıklandığında ‘pant-pant’ seslerini çıkartıyor. Provin de bu seslerin insanda ‘ha-ha’ haline dönüştüğünü düşünüyor. Provine, insanların sosyalleştikçe gülüşe daha sosyal bir anlam kattığına inanıyor.
Oxford Üniversitesi’nden Robin Dunbar gülmenin insanda endorfin düzeyini yükselttiğini söylüyor. Provine’e göre gülmenin sosyal anlamda sınıfları da var. Örneğin birisine gülünürse, o kişi ya kendini o sosyal ortamdan dışlar ya da o ortama kendini uygun hale getirir.
University College London’dan Robin Weiss, bu yılın başlarında insan evriminin bir noktasında genital bölgedeki kılların belirgin bir şekilde vücudun diğer bölgelerindeki kıllara oranla kalınlaştığına dikkat çekinceye kadar cinsel bölgedeki kıllanmanın kıllı geçmişimizden bizlere kalan bir miras olduğu düşünülüyordu.
Cinsel bölge kılları hakkında bir çok fikir üretildi. Bu düşüncelerin en yaygın olarak bilineni, yoğun kılların koku ve soğutma bezlerinin yakınlarında toplanması. Bu sayede kıllar cinsel olgunlaşma sinyali veren kokuların çevreye yayılmasını önlüyor. Başka bir görüşe göre bunlar, kızlarda büyüyen memeler ve genişleyen kalçaların, erkeklerdeyse yüzde sakalların çıkması gibi ergenlikten yetişkinliğe geçişin sinyali. Bir diğer görüşe göreyse kıllar genital organları soğuğa ve toza karşı koruyor.
Genelde ergenlik dönemi, üreme dönemi için bir ısınma evresi olarak görülse de bu en git gelli dönemin başka işlevlerinin olduğu düşünülüyor.
Bunlardan ilki ergenliğin evrim tarihiyle ilgili olması. Kazılarda bulunan fosilleşmiş diş ve kemik bulgularından elde edilen verilere göre ergnlik 800.000 ile 300.000 yıl arasında gerçekleşmiş olabilir. Bu süreç insan beyninin ebatlarındaki ani değişimle aynı ana denk geliyor.
İkinci ipucu, ergenlik döneminde insan beyninin bütününü kapsayan değişimi gösteren MRI verilerinden elde ediliyor. Cambride Üniversitesi’nden David Bainbridge bu konuda şunları söylüyor:
“İnsan beyninin boyutları 12 yaşındayken neyse 20 yaşındayken de aynıdır. Ancak yapabildiği işlemler artıyor. Ergenlik, cinselolgunluğa geçişten çok insan aklının psikolojik ve sosyal etkileşimlerle baş edebilecek olgunluğa erişimiyle ilgilidir. Ergenlik döneminden geçmeden hiçbirimiz tam anlamıyla insan olamayız.”
Rüyalar, duyuların işlemden geçmesinde kritik bir rol oynarlar. Sigmund Freud rüyaları bilinçaltına açılan bir pencere olarak yorumlasa da bugün bilim adamlarının çoğu bu düşünceyi reddediyor. Ancak hiçkimse şu ana kadar neden rüya gördüğümüze dair bir açıklama getirmedi.
Son araştırmalara göre gün içinde yapılan kısa şekerlemelerin duygusal anıları düzene soktuğunu gösteriyor. Uykuda hızlı göz hareketleri dönemi sayısı (REM) ne kadar fazlaysa anılar da o kadar fazla işlemden geçer.
Ortaya atılan savlardan bir tanesi de REM anında görülen rüyalarının güçlü duygusal anıların şiddetini azalttığı yönünde. Bu şekilde anıları beynimizde saklarken bunlara eşil eden duygular zaman içerisinde etkisini yitiriyor.
Son zamanlarda rüyalarının tümünün REM uykusu sırasında görülmediği ortaya çıktı. Hem REM uykusu rüyalarının hem de REM-dışı rüyaların kendine has özellikleri var. REM uykusu sırasında görülen rüyalar daha öyküsel bir kurguya sahip ve daha fazla şiddet içeriyor. Böylece gerçek hayatımızda şiddet içeren ilişkilerle daha başarılı baş edebiliyoruz.
Rem dışı rüyaların içeriğininse işbirliği içeren ilişkileri desteklediği savunuluyor.
“Bencil Gen” adlı kitabın yazarı Richard Dawkins insanların başkalarını düşünme ve fedakarlık gibi bir özelliğe sahip olmadığını savunuyor. Yazar, kitabında insanların aslında bencil doğduklarını dolayısıyla cömertlik ve fedakarlık gibi kavramları sonradan öğrendiklerini anlatıyor.
Bencillik evrimsel açıdan anlamlıdır, çünkü karşılıksız kalacağına bile bile birisine zaman ve efor sarfetmek hayatta kalma anlamında kişiye yardım sağlamaz. Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar insanların karşılıksız fedakarlık yapabileceğini ortaya çıkarttı. Bütün bu bulgular biyologların diğer kamlığın insan doğasının bir parçası olduğu sonucunu çıkartmasına neden oluyor. Ancak bir türlü açıklama getiremedikleri tek nokta, diğerkamlığın nasıl ve neden evrildiğiyle alakalı.
Evrimin babası Darwin, sanatın köklerinin cinsel seçilimde yattığını iddia etmiş olsa da bugüne dek
İnsanoğlunun sanatsal eylemlerde bulunma isteğinin evrimle nasıl ilişkilendirileceği konusunda kesin bir değerlendirme henüz yapılamadı.
Santa Barbara’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden evrim psikologları John Tobby ve Leda Cosmides, estetik deneyimlerin peşinde koşma merakının, dünyanın başka yönerlini öğrenmemizde bizlere yol gösterdiğini düşünüyor. İnsan beyni, bu farklı halleri doğuştan sahip olduğu donanımla algılayamayacağı için sanattan yardım istiyor olabilir. Auckland Üniversitesi’nden Brian Boyd da sanatın bir çeşit entellektüel oyun olduğuna ve insanları yeni ufuklara açılmaya teşvik ettiğine inanıyor.
ABD Başkanı Barack Obama’nın her seçim sabahında basketbol oynaması gibi, herkesin kendine has bir batıl inanışı vardır. Mantıksal olarak işe yaramayacağını bilsekte aslında batıl inançlar tamamen anlamsız değil.
İngiltere Bristol’da bulunan Bristol Üniversitesi’nden Bruce Hood, insan beyninin çevredeki düzeni ve yapıyı tahmin etmek üzerine tasarlandığını düşünüyor. Ayrıca herkes birer determinist (Doğa'daki her olayın, dolayısıyla insanın tüm faaliyet ve davranışlarının kendi iradesi dışında seyreden bazı faktörlere tabi olduğunu ileri süren teori) Yani her olayın aslında önceden yaşadığımız olayların birer sonucu olduğunu tahmin edebiliyoruz. Bu da bizi batıl inançlara açık hale getiriyor.
Dinin de batıl inançlara etkisi bulunuyor. Örneğin insanların yurtdışında kiliseye gitme oranı, ekonomik kriz zamanlarında hiç olmadığı kadar artıyor. Ya da Tel Aviv’de yaşayan insanlar yanlarında daha fazla uğur eşyası taşıyor.
Dudak dudağa öpüşmek her kültürde bulunmuyor, yani genlerimizde olan birşey değil.
Ortaya sürülen savlardan birisi öpüşürken, bebeklikten kalma emzirme duygularını, rahatlık, güven ve sevgi hislerini duymanın, insanlarda öpüşme isteğini uyandırdığı yönünde. Buna ek olarak, atalarımızın bebeklerini ağızdan ağıza çiğnenmiş yiyeceklerle beslediği söyleniyor. Hatta günümüzde şempanzeler halen bu geleneği sürdürüyor.
Konu öpüşme psikolojisine geldiğinde konu daha başka bir yöne kayıyor. Dudaklarımız, vücudumuzun en hassas parçalarından bir tanesi. Üzerinde doğrudan beynin haz merkezlerine bağlanan nöronlar bulunuyor. Öpüşmenin stres hormonu kortizolü düşürdüğü ve bağlanma hormonu oksitokini yükselttiği biliniyor.
Hindistan’ın Bangalore şehrinde bulunan Ulusal Ruh Sağlığı ve Nörobilim Enstitüsü’nden Chittaranjan Andrade ve B.S. Srihari tarafından 2001 yılında 200 yetişkin üzerinde yaptıkları araştırmada herkesin istisnasız dört kere burnunu karıştırdığını ortaya çıkarttı.
Aslında bu konudaki en yakın diğer araştırma da 1966 yılında New York Devlet Üniversitesi’nden Sidney Tarachow tarafından yapılmış. Araştırmacı burun karştırma nedeninin ‘parmağa takılanların çok tatlı olması’ nedeniyle cevabını almış.