HABER

Bize Ulaşın BİZE ULAŞIN

Irak, Türkmen vatanı

Sözde Kürdistan devletinin anayasa taslağında 'başkent' olarak gösterildiği iddiasıyla gündeme gelen Kerkük, Osmanlı idaresine girmeden önce de Türkmenlerin elinde bulunduğundan "Gökyurt" olarak adlandırılıyordu ve resmi kayıtlara da böyle geçmişti.

Irak, Türkmen vatanı

Tarihi kaynaklar, Türklerin Irak'a ilk kez, miladi 674 yılında yerleştiklerini belgeliyor. Irak Türklerine "Türkmen" denilmesi de Selçuklular çağında başladı. Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra Erbil'de Zeynettin Küçükoğulları (1144 -1233), Musul'da Atabeyler ve Kerkük'te Kıpçaoğulları adını taşıyan Türk beylikleri kuruldu. Erbil, 1190'dan 1233'e kadar geçen 43 yıl içinde hüküm süren Muzaffereddin Gökbörü zamanında altın çağını yaşadı. Böylece bölgeye, 1514'e kadar çeşitli Türk hanedanları hükmetti. Safevi hükümdarı Şah İsmail'in, 1514 yılında Yavuz Sultan Selim'e Çaldıran'da yenilmesinin ardından, 1517'de Bağdat seferiyle Musul, Kerkük ve Erbil, Osmanlı hakimiyetine alındı. Türkmenlerin Irak içerisindeki ana yerleşim merkezleri ise Musul, Erbil, Kerkük, Duhok, Diyala ve Selahattin gibi iller ile bu illerin kasaba ve köyleridir. Birleşmiş Milletler'in araştırmalarına göre, Irak'ta yaklaşık 2 milyon civarında Türkmen yaşıyor.

1925 yılında kabul edilen Irak Anayasası, Arapça ve Kürtçe'nin yanında Türkçe olarak da basılmıştı ve 1931 yılında yayınlanan 74 numaralı Mahalli Lisanlar Yasası, başta Kerkük ve Erbil olmak üzere, Türkmenlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde muhakemelerin Türkçe olarak yapılmasını hükme bağladığı gibi, Türkmenlerin tahsil gördüğü okullarda da tedrisatın kendi dilleriyle olmasını öngörmüştü. Bu hak ve güvenceler, öteki temel insan hakları gibi, daha sonra gelen hükümetler tarafından rafa kaldırılmış ve bu konuda en korkunç insan hakları ihlallerinden birisi, dünya kamu oyunun gözü önünde yaşanmıştı.

IRAK'IN 'İLK TÜRKLERİ' İHA muhabirinin, çeşitli kaynaklardan derlediği bilgilere göre, "Türkmen", Selçuklu Devleti zamanında Anadolu ve Irak'ta yerleşen, daha sonraları da Irak'ı vatan olarak benimseyen Türk boylarına deniliyor. Türkmenlerin Irak topraklarına ilk ayak basmaları, hicri 54 yılında Emevi halifelerinden Ubeydullah bin Ziyad'ın Basra'ya 2 bin Türk getirmesiyle gerçekleşti. Türklerin bölgeye yerleşmeleri Emevi, Abbasi, Tolun, Selçuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu devletleri ile Atabeylikler ve Osmanlı Devleti'ne dayandırılıyor.

Birleşmiş Milletler yayınlarında da yerleşim konusunda, yaklaşık bin yıl öncesinden bahsediliyor. Musul meselesiyle ilgili olarak Cemiyet-i Akvam tarafından oluşturulan komisyon tarafından yapılan inceleme sonucunda hazırlanan raporda da, Türkmenlerin Tuğrul Bey ve halefleri ile Abbasi halifeleri, Atabeyler ve Osmanlı sultanlarının askerlerinden günümüze kadar gelen soylarının devamı oldukları ve Batı Türklerinden Türk-Türkmen topluluğuna mensup olduklarından söz ediliyor.

'TÜRKMEN NÜFUSUNA SANSÜR' Irak hükümetinin, resmi nüfus sayımlarını doğru olarak dışa yansıtmaması ve ayrıca bölge şartlarından dolayı sağlıklı incelemelerin yapılamaması sebebiyle, Türkmenlerin nüfus oranı tam olarak bilinemiyor. Birleşmiş Milletler'in bölgedeki araştırmalarına göre Türkmenlerin sayısının iki milyon civarında olduğu görüşüne, aşağı yukarı bütün kaynaklar katılıyor. Bu sayı içerisinde, 36. paralelin kuzeyinde bugünkü şartlar sebebiyle oluşturulan güvenli bölgedeki Türkmenlerin sayısının 200-250 bin civarında olduğu bildiriliyor.

Türkmenlerin Irak içerisindeki ana yerleşim merkezlerini ise Musul, Erbil, Kerkük, Duhok, Diyala ve Selahattin gibi iller ile bu illerin kasaba ve köyleri oluşturuyor. 1957'de Türkmenlerin yerleştiği vilayetler Musul, Erbil, ve Diyala idi. O tarihlerdeki idari taksimata göre, Musul Vilayeti'ne 9 ilçe, 26 nahiye ve 2 bin 153 köy, Erbil Vilayeti'ne 6 ilçe, 15 nahiye ve bin 151 köy, Kerkük Vilayeti'ne 4 ilçe, 14 nahiye ve bin 274 köy, Diyala Vilayeti'ne ise 5 ilçe, 13 nahiye ve 718 köy bağlı idi.

Bugüne kadar Irak'ta beş nüfus sayımı yapıldı. Kerkük'ün nüfusu 1947 sayımında 286 bin 005 (nüfusun yüzde 5.9'u), 1957 sayımında 388 bin 939 (nüfusun yüzde 6'sı), 1965 sayımında 473 bin 626 (nüfusun yüzde 5.8'i), 1977 (1975-1977 arası Kerkük'ün alanı 19 bin 543 km'den 9 bin 426 km'ye düşürülmüştür) sayımında 495 bin 425 (nüfusun yüzde 4.15'i)'dir.
17 Ekim 1987'de yapılan sayımda ise Iraklı yetkililerce, sadece genel nüfusun 16 milyon olduğu açıklandı.

IRAK'TAKİ TÜRK ORANI YÜZDE 2 Mİ? Bugüne kadar Irak'ta yayınlanan bütün istatistiki bilgiler, yetkililerin tutumu gereğince gerçek dışı rakamlardan meydana gelmiş olup, Irak'ta yaşayan Türkler yüzde 2'lik oranla gösterilmiştir. Ayrıca, 1960'a kadar Kerkük nüfusunun yüzde 95'inin Türk olduğu biliniyor. Ancak, daha sonra on binlerce Arap ailesi Kerkük'e yerleştirilmiştir. Bunun yanı sıra, Kürtlerle meskun civar illerdeki köylerin yıktırılması, Kürtlerin de Kerkük'e göç etmelerine sebep olmuştur. Dolayısıyla 1980'li yıllarda Kerkük'teki yüzde 95'lik Türk oranı yüzde 75'e düşürülmüştür.

9 ASIRLIK TÜRK HAKİMİYETİ
Irak'ın bulunduğu Mezopotamya bölgesi, dünyanın ilk önemli yerleşim merkezlerinden biri özelliğine sahip. Tarihi kaynaklara göre, M.Ö. 7. yüzyıla kadar Sümer-Akad, Babil ve Asurların elinde kaldı, bu tarihte ise Perslerin eline geçti. Bölgede İslamiyetten önceki Araplar da Main, Sebai ve Himyeri devletlerini kurdular. İslamiyetin doğuşu ve hızla gelişmesi ile birlikte Müslümanlar uzun süre bölgeye hakim oldular.

Bağdat, 762'den itibaren yeni baştan imar edilerek Abbasilerin, yani İslam dünyasının başşehri oldu ve dünyanın en önemli kültür merkezlerinden biri haline geldi. Bilhassa 786-809 seneleri arasında halifelik yapan Harunürreşid ve oğlu Me'mun zamanında Irak dünyanın en parlak ilim ve kültür merkezi oldu. 1055 yılında büyük Selçuklu hakanı Tuğrul Bey Irak'a girdi ve 15 Aralık 1055 Cuma günü Bağdat'ta adına hutbe okundu. 1258'de Irak'a giren Moğol hükümdarı Hülagü, şehirleri yakıp yıktı, binlerce Müslümanı katletti. Daha sonra Irak, sırasıyla Celayirliler, Timuroğulları, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevilerin hakimiyeti altında kaldı.
Yavuz Sultan Selim Han, 16 Eylül 1514 Tebriz seferinden sonra 1515'te Kuzey Irak'ı fethederek Osmanlı Devleti'ne kattı. Yaklaşık 19 yıl sonra, 28 Kasım 1534'te Kanuni Sultan Süleyman, bizzat Bağdat şehrine giderek Safevi hakimiyetine son verdi. Böylece bütün Irak, bir eyalet haline getirildi. İşte bu dönem, Türkmenlerin Irak'a fiili yerleşme dönemi olarak kabul edilmektedir.

1732'de Nadir Şah bir müddet Kerkük'ü muhasara etti, 1734'te tekrar geri döndü ve Kerkük Safevilerin eline düştü. Kerkük, 1746 anlaşmasıyla Osmanlı Devleti'ne iade edildi ve bölge 1914'te patlak veren 1. Dünya Savaşı'na kadar da Osmanlı idaresinde kaldı.

MUSUL'A İNGİLİZ BAYRAĞI Irak'a göz koyan İngilizler, Birinci Dünya Savaşı sırasında 20 Kasım 1914'te Basra'ya girdiler. Ancak 29 Mayıs 1916'da Irak ve Osmanlı kuvvetleri, "Selman Pak" meydan savaşında İngilizleri yenerek tamamını esir ettiler. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlılar bölgeden çekildiklerinden, Iraklılar yalnız ve zayıf kaldılar. Bunu farkeden İngiltere, 1918'de ordularını Musul'a soktu. 8 Kasım 1918'de Musul'a İngiliz bayrağı çekildi. 1920'de yapılan son Roma Konferansı'nda da Irak'ın İngiliz mandası altına girmesi kararlaştırıldı. Daha sonra 10 Ekim 1922'de İngiliz-Irak anlaşmasıyla Irak, İngiltere himayesi altına alındı.

20 Kasım 1922'de ise Lozan Barış Konferansı toplandı ve anlaşma, 24 Temmuz 1923'te imzalandı. 3 yıl sonra 5 Haziran 1926'da Ankara'da, İngiltere-Irak-Türkiye arasında, "Sınır ve İyi Komşuluk İlişkileri Antlaşması" imzalandı. Ancak, her iki antlaşmada da Irak Türkleri hakkında hiç bir hukuki teminat getirilmedi. 1930'da İngiltere, Irak'a sözde bağımsızlık tanıdı. 1933'te de Faysal'ın oğlu Gazi, kral oldu.

IRAK'TA DARBELER DÖNEMİ 14 Temmuz 1958'de Irak ordusu, 22 yaşındaki Kral İkinci Faysal'ın da öldürüldüğü kanlı bir darbe ile yönetime el koyarak cumhuriyeti ilan etti. Ancak darbeci General Abdülkerim Kasım, Irak'a İngilizlerden fazla bir hürriyet vermedi. Bunun üzerine Sosyalist Arap Baas Partisi, aynı senenin 8 Şubatı'nda yönetimi ele geçirdi. 18 Kasım 1963'te ise Abdusselam Arif ile kardeşi Abdurrrahman M. Arif, karşı darbe ile başa geçti. 17 Temmuz 1968 tarihinde, halen iktidarda olan Sosyalist Arap Baas Partisi bir darbe ile General Ahmet Hasan El-Bakır başkanlığında iktidara geldi. Baas rejimi, ilk iki sene içinde içte mutlak hakimiyet sağlamaya çalışırken, 1979 yılına kadar iktidarı perde arkasında yürüten Saddam Hüseyin, kendi zümresinin temellerini tam olarak oturtana kadar 'bir numara' olarak görünmekten kaçındı. Ancak 16 Temmuz 1979 tarihinde başkan yardımcısı iken, Al-Bakır'ın yerine geçerek dizginleri ele aldı ve başkanlığının üzerinden henüz bir yıl geçmeden, ülkesini İran'la savaşa sokarak, Türkmen askerlerini de cephenin ön saflarına sürdü.

22 Eylül 1980'de başlayan Irak-İran savaşı, ülkede yüzbinlerce insan kaybına, milyarlarca dolarlık zarara huzurun, barışın ve düzeninin bozulmasına yol açtı. Sekiz sene süren savaşın sonunda, 20 Ağustos 1988'de ateşkes imzalandı.

1990 ortalarında ise Irak orduları Kuveyt'i işgal etti. ABD, Suudi Arabistan'ın güvenliğini sağlamak için 500 bin asker, birçok Avrupa devleti de Basra Körfezi'ne donanma gönderdi. Irak'a, Kuveyt'i boşaltmak için verilen sürenin bittiği 16 Ocak 1991 günü, müttefik güçler askeri harekata başladı. Bir ay zarfında Irak mağlup olarak Kuveyt'ten çekilmek mecburiyetinde kaldı ve ateşkes antlaşması imzalandı.

IRAK, PETROL VE DOĞALGAZ ZENGİNİ Irak, iki önemli yer altı kaynağı petrol ve doğalgaz rezervlerinin zenginliği ve dolayısıyla büyük devletlerin bu bölgeye yönelen dikkatlerinin ve bölgedeki etnik kaynaşmanın sebebini oluşturuyor. Bölge, dünya petrol rezervlerinin yüzde 9.9'una sahip. Toplam petrollerin yüzde 20'si ise kuzeyde. Kuzey Irak, Kerkük ve Musul olmak üzere iki petrol işletilen bölgesinden oluşuyor. Kerkük bölgesi, Kerkük, Bai, Hassan ve Jambur, Musul bölgesi ise Ain Zalah, Butmah ve Kaiyarah sahalarından meydana geliyor.

IRAK'IN İLK ANAYASASI
Irak devletinin statüsü ve yapısı, kurucu meclisin hazırladığı, Irak Kralı Birinci Faysal'ın onayından sonra yayınlanmış olan 21 Mart 1925 tarihli anayasayla tespit edilmiştir. Aslında bu anayasanın ilk şekli, manda idaresinin hazırladığı 1921 taslağıyla tespit edilmiş ve 'Irak'ta milliyet, din veya dilden kaynaklanan farkların kabul edilemeyeceğini' hükme bağlamıştır. Bahsi geçen belge, ilk anayasa taslağı olarak 1921'de İngiliz mandası idaresinde ve İngiliz Temsilcisi (Heigh Commisioner) Perci Cox başkanlığında bazı teknisyenler tarafından hazırlanmış, Irak hükümetinin daha fikri alınmadan Müstemlekeler Bakanlığı'na arzedilmiş ve bakanlığın bazı tadil istekleri yerine getirilmiştir.

Irak tarafından Naci Süveydi, Sason Hüskail ve Rüstem Haydar ile İngiliz memurlardan oluşan bir komite taslağı incelemiş ve bazı noktalara itiraz etmiştir. Başta Parlamento'nun yetkileri ve uygulamayı denetlemesi konularındaki noktalar Müstemlekeler Bakanlığı'nca da uygun bulunmuş ve ilk taslakta krala tanınmış olan bu yetkiler, yasama organına verilmiştir. Milletin görüşlerini almak için Arapça, Kürtçe, Türkçe ve İngilizce olarak basılan bu ilk anayasa taslağı, kurucu meclise ancak Haziran 1924'te intikal ettirildi. Meclisin özel bir komisyonu, taslağı daha detaylı hale dönüştürerek, 123 madde haline getirdi.

Kurucu Meclis, anayasayı 10 Temmuz 1924 tarihinde onayladı. Ancak, Irak-İngiltere antlaşmasının bakanlar kurulundan rahat şekilde geçişini sağlamak için, 21 Mart 1925 tarihine kadar açıklanmadı. Buna sebep olan başka bir husus da petrol ve hudut meseleleri idi. Anayasanın 114. maddesi bunu açıkça ortaya koyarak, manda idaresi ile Kral Faysal'ın 1914 yılından Anayasa'nın uygulanma tarihine kadar olan bütün kanun ve kararlarının geçerli olduğuna işaret etmektedir.

1925 anayasası iki defa tadil edildi. Birinci tadil Temmuz 1925 tarihinde olup, sadece kralın yurt dışına çıkması, Millet ve Ayan (Senato) meclisinin tahsisatı ve Yüksek Mahkeme'nin kuruluşuyla sınırlı kalmıştı. 27 Ekim 1943 tarihinde yapılan değişiklik ise 50 maddelik bir tadil metni olarak hem anayasanın bazı hükümlerini hem de bazı cümle bozukluklarını düzeltmiştir. Bu tadil gereğince eski anayasada 123 olan madde adedi 125 maddeye çıkmış, 120. maddeye ikinci bir fıkra ilave edilerek sıkı yönetim hükümleri belirlenmiş, ayrıca Millet Meclisi'nin hangi konularda af çıkaramayacağını hükme bağlayan esaslar getirildiği gibi, başka ülkelerde kabul görmüş anayasal kuralların müşterek bir oturumda karara bağlanmak kaydıyla anayasa kuralı olarak kabul edilmesi hükmü öngörülmüştür.

Bütün Iraklıların hak ve görevlerde eşit olduğunu düzenleyen 18. Madde ise şöyle değiştirilmiştir: "Iraklılar sivil ve politik haklara sahip olma konusunda olduğu gibi genel teklif ve görevlerde de eşittirler. Aralarında köken, dil veya din ayrılıkları dolayısıyla ayrım yapılamaz. Sivil ve askeri amme memuriyetleri ancak kendilerine verilir. Bu memuriyetlere, kanunun tayin edeceği özel durumlar dışında yabancılar alınamaz".

6. MADDENİN ÖNEMİ 1925 Anayasası'nın Irak halklarıyla ilgili en önemli maddesi ise şüphesiz 6. madde olmuştur. 'Milliyet, din ve lisan ayrılıkları olsa da bütün Iraklıların kanunla korunan haklarda eşit olduklarını' hükme bağlayan bu madde, Irak devletinin demokratik yapısını tesis etmiş ve 16. maddeyle de her grubun kendi lisanıyla eğitim vermek üzere okul açmasını bir hak olarak kabul etmiştir.
1958 yılında Kraliyet rejimini deviren darbe, 27 Temmuz 1958'de yayınladığı Geçici Anayasa'da en büyük çelişkisini 30 maddelik bu anayasanın 2., 3. ve 9. maddelerinde vücuda getirmiştir. 9. maddede vatandaşların, ırk, köken, dil, din ve inanç bakımından bir ayrıma tabi tutulamayacaklarını hükme bağlayan ve bu hükümleri eski anayasadan daha geniş şekilde benimseyen bu Geçici Anayasa'nın, 2. maddesinde, Irak'ın Arap milletinin bir parçası olduğu, 3. maddede de bu vatanda Araplarla Kürtlerin ortak olup anayasal haklarının anayasa tarafından güvenceye alındığı ifade ediliyor.

GEÇİCİ ANAYASALARDA ÇELİŞKİ 1968 yılı darbesinden sonra çıkarılan ve hala geçicilik statüsünde olan bütün anayasalar da azıcık ileriye gidip bütün azınlıkların haklarının saklı kaldığını içeren ifadelerine rağmen aynı çelişkilerle doludur. Yukarıda bahsedildiği gibi, Irak anayasaları hiç bir zaman bir üstün ırk ve azınlıklar prensibini kabul etmemiş, tersine dini, dili ve kökeni ne olursa olsun bütün vatandaşları eşit ve milli haklarını kullanmaya ehil olarak görmüştür.

Aslında Tükrmenler de, Kürtler de, Irak Devleti'nin kabul etmiş olduğu ve milliyet, din ve dil ayrımının gözetilmeyeceğini ifade eden sosyal sözleşmeden sonra, hiç bir zaman azınlık olarak kabul edilmelerini istememiş ve devlette eşit oldukları prensibini benimsemişlerdir. Onun için Türkmen ve Kürt aydınları, Irak hükümetinin 30 Mayıs 1932'de İngiliz mandasının sona ermesi ve Irak'ın Milletler Cemiyeti'ne girişini sağlamak için yayınladığı deklarasyona fazla önem vermemişler, uygun bulmamışlar ve daha doğrusu kafi görmemişlerdir. Bunun sebebi, bu deklarasyonun, 28 Ocak 1932 tarihli Milletler Cemiyeti Konseyi'nin Arap olmayan milletleri, korunması gereken azınlıklar olarak kabul eden bir kararının ürünü olmasıydı.

Bu deklarasyonun metni, Konseyin özel bir komitesi tarafından hazırlanmış ve 28 Ocak 1932'de karara bağlanmış, Irak Millet Meclisi'nde görüşüldükten sonra 5 Mayıs 1932 tarihinde hükümete bu deklarasyonun sunulması yetkisi verilmişti. Bu metin 19 Mayıs 1932 tarihinde konseye iletilmiş ve onun son onayından sonra 30 Mayıs 1932'de Irak'ın Başbakanı Nuri Sait tarafından Bağdat'ta açıklanmıştı.

Deklarasyonun 9. ve 10. maddelerinde Kürt ve Türkmenlerin bazı haklarına değinilmişse de bunlar, sadece resmi Arap dilinin kullanılması, ayrıca bu dilleri bilen memurların istihdamı prensibini getirmesi ve bu toplulukları ilk defa azınlık olarak kabul etmesi sebebiyle tepkiye sebep olmuştu.

TÜRKMENCE EĞİTİME İZİN 1970 yılında Irak'ın Devrim Komuta Konseyi'nce yayınlanan ve Irak Türkmenleriyle ilgili olan 'Kültürel Haklar Kararnamesi', ilkokullarda Türkmence tedrisatı, haftalık ve aylık Türkmence gazete ve dergilerin çıkarılması ve Türkmen Eğitim ve Kültür müdürlüklerinin kurulmasını öngörüyordu. Bu kararnameyi Türkmenler ısrarla kültürel hakların verilmesi değil, tanınması olarak kabul etmişler ve bütün edebiyatlarında ve şehirlerde asılan dövizlerde bu ifadeyi kullanmışlardır. Hatta daha sonra hükümetin bu kararlardan rücu etmesi ve hakları, ehil olmayan ve ciddiyetten yoksun hükümet yanlısı insanlara vermesinden sonra, kültürel hakların meşru sahiplerine iadesi taleplerini yoğunlaştırmışlar ve bu yüzden 1971'de çok acı insan hakları ihlalleriyle karşı karşıya kalmışlardır.

TÜRKMEN OKULLARINA KAPATMA Bir yıl geçmeden Irak hükümetinin bu kararlardan çark etmesi ve Kerkük'te çoğunlukta olan Türkmen okullarını kapatmasıyla başlayan öbür uygulamaları ise her zamanki gibi dünya kamu oyunun umarsamaz ve iç işlere müdahale etmeme bahanesiyle göz yumulan ihlaller haline gelmişti.

MUSUL: MEDENİYETLER BEŞİĞİ
Musul, Ortadoğu'nun önemli bir noktasında yer alması sebebiyle çok çeşitli kültür ve medeniyetlerin buluştuğu bir bölge olmuştur. İnsanlık tarihinin ilk yazılı belgeleri bu bölgede ortaya çıkarılmış, insanların kalabalıktan teşkilatlı topluma geçişte oluşturdukları bilgiler ilk olarak yine bu bölgede meydana gelmiştir.

Milattan önceki yıllarda Musul bölgesinin de içinde bulunduYukğu "Mezopotamya" üzerinde çok önemli uygarlıklar kurulduğu bilinmektedir. Bunların en önemlileri "Asur" ve "Babil" uygarlıklarıdır. Asur Devleti'nin merkezi olan Ninova, Dicle nehrinin karşısında ve doğu yönünde, Musul'un yanıbaşındadır. Ninova şehrini kuran Ninova veya Ninos, Asurluların hükümdarı olup 52 sene hükümran olmuştur. Asur Devleti yaklaşık 1300 yıl varlığını sürdürmüştür. Kerkük şehrini bina eden Asur Hükümdarı Sartnabal'ın (M.Ö. 800 yılında) bu şehre "Kerhsuluh" adını verdiği tarihi kaynaklarda rivayet edilmektedir. Keldanicede "Kerh", şehir anlamına gelmektedir. "Suluh" ise Sartnabal'in esas ismidir.

MUSUL MESELESİ 11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi sırasında İngiliz işgali altında bulunan Musul'un durumu, Ocak 1923'te toplanan Lozan Konferansı sırasında önemli gündem maddelerinden biri olarak ele alındı. İsmet (İnönü) Paşa başkanlığındaki Türk heyeti, Musul'un Türkiye'ye bırakılmasını, Lord Gürzon başkanlığındaki İngiliz heyetiyse var olan durumun korunarak Musul ve civarının İngiltere denetimindeki Irak sınırları içinde kalmasını ısrarla istediler. Türkiye ve İngiltere arasında meydana gelen bu anlaşmazlık sebebiyle Musul konusu Lozan Konferansı gündeminden çıkarıldı.

Bu meselenin Türkiye ile İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerle dokuz ay içinde çözüme bağlanması kararlaştırıldı. Lozan Antlaşması'nın ilgili maddesi gereğince Türk-İngiliz görüşmeleri 19 Mayıs 1924'te İstanbul'da başladı. Türk heyetinin bazı tavizleri kabul etmesi üzerine, İngiliz heyeti Musul dışında başka yerlerin de İngiltere'ye bırakılmasını teklif etti. Bu teklifler sebebiyle anlaşmaya varılamadığı için, İstanbul Konferansı 5 Haziran 1924'te dağıldı. Lozan Antlaşması hükümlerine göre ikili görüşmelerle halledilemeyen Musul Meselesi, Milletler Cemiyeti'ne gönderildi.

GEÇİCİ SINIR TESPİTİ Milletler Cemiyeti'nde Musul Meselesi'yle ilgili görüşmeler, 20 Eylül 1924'te başladı. Buradaki görüşmelerde Türk görüşlerini Fethi Bey (Okyar) açıkladı. Türkiye'nin Musul'da plebisit (halk oylaması) yapılmasından yana olduğunu belirtti. İngiltere ise bölge halkının oy vermeyle ilgili meseleleri bilmediğini ileri sürerek buna karşı çıktı. Cenevre'de görüşmeler devam ederken, Musul bölgesinde İngiliz ve Türk askeri güçleri arasında yer yer çarpışmalar oldu. İngiltere, 9 Ekim 1924'te bir ültimatom vererek Türk birliklerinin 48 saat içinde, ültimatomda belirtilen sınırın gerisine çekilmesini istedi. Bunun üzerine Türkiye, Milletler Cemiyeti Meclisi'ne başvurarak geçici bir sınır tespitini istedi.

Brüksel'de olağanüstü bir toplantı yapan Milletler Cemiyeti Meclisi, geçici bir sınır tespit etti. Teşkil edilen İnceleme Komisyonu, Eylül 1925'te hazırladığı raporu Milletler Cemiyeti Meclisi'ne sundu. Hiçbir araştırma yapılmadan peşin hükümle hazırlanan ve Musul halkının hiçbir tarafa katılmaksızın bağımsız kalmak istediği belirtilen raporda, Musul'un Irak'ın bir parçası sayılması ve 25 yıl süreyle İngiliz mandası altında kalması, Türkiye ile Irak arasındaki sınırın Brüksel'de tespit edilen çizgi olması teklif edildi.

TÜRKİYE'YE YÜZDE 10 PAY Milletler Cemiyeti Meclisi 16 Aralık 1925'te İnceleme Komisyonu'nun tekliflerini tasdik eden bağlayıcı bir karar aldı. Daha sonra bu kararı temel kabul eden Türkiye, İngiltere ve Irak'la görüşmelere başladı. 5 Haziran 1926'da imzalanan Ankara Antlaşması ile Musul Meselesi neticeye bağlandı. Antlaşmaya göre, Türkiye ile Irak arasındaki sınır, Brüksel'de belirlenen sınır olacak, fakat Türkiye lehine bazı küçük değişiklikler yapılacaktı. Musul üzerindeki haklarından vazgeçen Türkiye'ye, 25 yıl süreyle Musul petrollerinden yüzde on pay verilecekti. Türkiye daha sonra, 500 bin İngiliz sterlini karşılığında bu paydan da vaz geçti.

Mynet Youtube


En Çok Aranan Haberler