Sabah'ta yazarlar ağızlarını bozdu, küfürler havada uçuşuyor! Hıncal Uluç Sabah'ın 'Şamar' abisi oldu..
Hıncal Uluç, Türkiye'nin "En Çok Okunan Köşe Yazarı" seçildi ama, kendisine en büyük saldırılar da, yine kendi gazetesi SABAH'ın yazarlarından geliyor. Tartışmanın taraflarını ağızlarını da bozdu.
SALDIRI 1: Dangalak muhallebi beyinli müşteri kızıştırma
Sabah yazarları arasındaki tartışmaların fitili, Uluç'la Aköz arasındaki söz düellosuyla ateşlendi. Aköz, 29 Haziran 2008 tarihli 'Fena billah' başlıklı
yazısında isim vermeden Uluç'a 'dangalak' deyince ipler koptu: "(...) 28 Şubat'a tam destek veren Sabah Grubu bu kez darbe sürecinden uzak duruyor, demokrasinin yanında yer alıyordu. Ortam da böyle olunca, haliyle 'darbe yanlısı' yazarlar ile 'darbe karşıtı' yazarlar arasında atışmalar başladı. işte bu süreçte ilginç bir durumla karşılaştık: Darbeci yazarların yalanlarını eleştirdiğimizde karşımızda yüksek ahlaklı bir ad borazanı bulduk. Bu nameci adeta bir 'eylem planı müfettişi' gibi grubun yayın politikasını karalıyor, 'gitsem mi/kalsam mı' diye fır fır dönüyordu. Müşteri kızıştırmayı o hale vardırdı ki darbe destekçisi rakip grubun spor ilavesine katkıda bulunuyor, bunu da 'sohbet' adıyla maskeliyordu. Bu süper haysiyetli numaralarını ortaya çıkarırken 'dnglk' kodunu kullanmıştım. Görüyorum ki ahlaklı davranmaya devam ediyor ve tam 19 haftadır rakip gazeteye katkıda bulunuyor.
O halde, bu durumu adlandırmak için 'dnglk 19' gayet uygun görünüyor." Aköz, önceki günkü yazısında yine Uluç'a yüklendi: "Geçen gün Kemalist bir kadınla lokantada yan masa sohbeti ederken, önümdeki büyük şarap kadehini sıkı sıkı tuttum. Çünkü 6-7 Eylül (1955) Olayları, Ergenekon, Davos Çıkışı filan hakkında hiç hoşuna gitmeyen laflar ediyordum. Yaftalanmam an meselesiydi. Bir kere damgayı vurdu mu, dediklerim bir kulağından dahi girmeden uçup gidecekti. Şarap kadehi ise bunu engelliyor, ona göre aramızda ortak bir payda oluşturuyordu. Benim içinse bir paratonerdi! Bu akıl yürütme biçimi çok yaygın. Mesela sizinki, eskiden erkek dergisi editörlüğü yaptığım, içki içtiğim için Kemalist olmam gerektiğini sanıyor. 'Böyle bir insan, nasıl olur da üniversitede türbana 'Evet' der' diye soruyor kendine. Sonra da bu ve benzeri fikirleri avanta lavanta için savunduğumu iddia ediyor. Ancak muhallebiye dönmüş bir beyin böyle çalışır. 'İçki içen, dindarın hakkını savunamaz' diye bir kural mı var? Çıktım çıktım diye höyküreceğine iki kitap oku a zıpçıktı!'---------------------
SALDIRI 2: Beleş yemeğe gelen paçozlar seni bekler
Uluç'un sert tartışmalara girdiği bir diğer Sabah yazarı da Engin Ardıç oldu. Uluç rahatsızlığı nedeniyle bir süre ara verdiği yazılarına 4 Şubat'ta, 'Çıktım dostlar, çıktım meydanı boş bulanlar' yazısıyla döndü. Ardıç, Uluç'un 'Çıktım dostlar' yazısına hemen ertesi gün, 'Geçmiş olsun sevgili megaloman' yazısıyla cevap verdi:
"(...) Geçmiş olsun. İncir çekirdeğini doldurmayan yazılarına hoşgeldin. Yalnız gazeten değil, bütün basın ve spor dünyası, sinema, tiyatro, müzik, ayrıca Türkiye de yönetilmek için seni bekliyordu...Hiçbir şey söylemeden tam sayfa dolduracak adam bulmak gerçekten de çok zordu, laf aramızda... Süleyman Demirel'e iş teklif edilecek değildi ya! Aslında senin gibi büyük bir adamın hiç hastalanmaması gerekirdi. Bu sana yapılmış büyük bir haksızlıktı. Belki de Tanrı meydanı boş bulmuştu! Bütün Türkiye haftalarca senin hastalığınla yattı kalktı... Öyle bil, öyle san... Çünkü sen çok büyük bir adamsın, vazgeçilmezsin, bulunmaz Hint kumaşısın. Sen o kadar büyük bir adamsın ki, sana en küçük bir eleştiri yönelten herkes ya 'şaşkın', ya 'küstah', ya 'bunalım geçirmekte', ya da 'kin, nefret ve öfke kusuyor'..." Ardıç yazısında Uluç'u 'cumhuriyetçi ama demokrat olmayan, bununla da övünen büyük adam' diye nitelendiriyor ve sözlerine şöyle devam ediyordu: "İyi ki iyileştin, iyi ki döndün... Bu kez gerçekten 'gitseydin', ikide bir giderim haa deyip de gidemeyen kimi bulacaktık da gülecektik kendi aramızda? Kendini fikir adamı diye yutturan hangi magazinciyle eğlenecektik? Bize kim fıkra anlatacaktı? Büyük geçmiş olsun, gerçekten. Tadı yok sensiz geçen ne baharın ne yazın...Hoşgeldin. Avanta geziler, beleş yemekler, yeni çıkan şarkılar, piyasaya yeni düşen paçozlar, el süremediğin ama sürermiş gibi yaptığın bütün kadınlar da yolunu gözlediler... Sevinmişlerdir.
Ben de sevindim. Çünkü hem seni gerçekten sevdiğimi anladım, hem de artık hiç kızamadığımı... Gülünçlük alanında sen mi önde gidiyorsun yoksa 'sizin cenahtan' Yalçın Küçük mü, bilemedim." --------------
SALDIRI 3: Okuduğunu anlamıyorsun, vicdansız
Uluç'la polemik yarışına okur temsilcisi Yavuz Baydar da katıldı. TRT'de Tuncay Güney'in konuk olduğu ve büyük tartışma yaratan programla ilgili Baydar 22 Ocak tarihli yazısında şu yorumda bulundu "(...)Sanki gazeteciliğin farklı kuralları varmış gibi, TRT 'kamu yayıncısı olduğu için büyük hata yapmıştır' safsatası da eklendi. Ama yorum ve köşe yazılarında 'Evet bizim grubun TV kanalları da aynı şeyi yaptı, biz de TRT kadar hatalıyız' diyen tek bir farklı görüş yoktu. Böylece basın ve medyamızın 'çifte standartlar ve riyakârlıklar el kitabı'na bir sayfa daha eklenmiş oldu. Sanki aynı Tuncay Güney, evvelce defalarca - mesela 32. Gün programında - çıkmış, bazı benzer iddiaları dile getirmemişti!" Baydar bir sonraki yazısında da tartışmayı şöyle sürdürdü: 'Hıncal Uluç okuduğunu anlamıyor. Benim bu
koşullar altında yapabildiğim en iyi niyetli yorum budur. Koz vermek nasıl olur? Mesela şöyle: Gazetenizle ilgili, aslında kapalı toplantılarda sunmanız gereken
şahsi eleştirileri uluorta köşenize taşırsanız, yönetimi ve yazı işlerini zor durumda bırakmakla kalmaz, aynı zamanda bu köklü kurumun hasar alması için pusuda bekleyenlerin eline işte o kozu vermiş olursunuz. Gazetecilik ilkelerini ve meslek doğrularını anlatmakla koz verilmez, tersine okurun bu gazeteye güveni tazelenir."
Baydar bu tartışmada 'şimdilik' son noktayı da şöyle koydu: "(...)Okuduğunu anlamayışa, bir de 'vicdan' ve 'izan' bozukluğu eklenmiştir. Hal böyle olunca,
gücünü demagojiden alan 'görüş'e cevap vermeye çalışmak, yer ayırmak, bu köşenin sahibi okura haksızlıktır, eziyettir, zaman kaybıdır."--------
Ve savunma:
BanaO...Ç.. mu diyecektin
Hıncal Uluç Aköz'ün sözlerinden sonra 'Palavracı, aciz, zavallı" başlıklı bir yazı kaleme alıp okurlarından özür dilemişti: "Bu ayıp benim! Okurlardan her ama her gün yığınla e-mail geliyor. 'O adamla nasıl aynı gazetede çalışıyorsun' diye. Ayıbım bu değil. Ben herkesle aynı gazetede yazarım. Benim utancım başka.. Onu bugün yazdığı köşeye oturtan, ona adam, ona yazar muamelesi yapan benim. Bu ayıp bana ömür boyu yeter de artar. Utanmazca, ahlaksızca ithamlarda bulundu, hakkımda.. Sözlerime yanıt veremeyen acizlerin yolu bu.. Yalanlarla kimliğime, kişiliğime saldırmak. Kendisi başka gurupların televizyonlarında durmadan programlar yapan zavallı, beni Ahmet Çalık'a da ihbar ediyor. Doğan gurubunun menfaat karşılığı avukatlığını yaptığımı ima ve iddia ederek. Bana "Doğancı" diyen adamın her gece sofrasına konan yemeğin en az yarısı Aydın Doğan'dan geliyor. Karısının, belki onunkinden de fazla maaşı Doğan gurubundan." Uluç, Ardıç'a da şöyle yanıt verdi: "Dün yazını, kendi adıma gülerek, hatta kahkaha atarak, ama senin adına fena halde üzülerek okudum.. Şöyle yakın tarihten başlayalım.. Atatürk Filmi çekmeyi 31 çekmeye benzettin ve bittin benim için Engin.. Peki sen ve öbür E.A. niye bittiniz?..(Emre Aköz'ü kastediyor) Beni ilgilendiren şey fikir değil, içtenliktir. Gerçekten öyle düşündüğüne inanırsam saygı duyarım. Ama kendisine yönelik herhangi bir sebeple düşündüğünden farklı konuşup yazanlar, benim çevremde yer alamazlar. Benim için 'Megaloman' demişsin..
Yanılıyorsun Engin.. Ben megaloman değil, Megalo'yum.. Hele senden o kadar büyüğüm ki, attığın çamurlar ancak papucuma ulaşır.. Onun da ceremesi 50 kuruş boya parası..
"Uluç 4 Şubat tarihli yazısında Baydar'a da şöyle cevap verdi: "Beni daha içerde kalır sanıp, boş meydanda sallayanlardan birinin Yavuz Baydar olmasına hem şaşırdım, hem üzüldüm. Pazartesi nasıl kin, nefret ve öfke kustuğunu okudunuz mu? 'Hıncal Uluç okuduğunu anlamıyor' diyor ve ekliyor: 'Benim bu koşullar altında
yapabildiğim en iyi niyetli yorum budur. 'Hangi koşullar Yavuz?.. Elini tutan mı var?.. Bu gazeteyi yıllardan beri yaşatmak için çırpınan ve en çok okunan yazarına daha nasıl hakaret edersin, 'O... çocuğu' diyerek mi? Yazın orda.. TRT'yi nasıl savunduğun 'Efendim özel TV'ler neler yapıyormuş da' dediğin orda. Ben de onu yazmadım mı zaten. Yaşamak için reytinge muhtaç özel TV'lerle halkın vergileriyle yaşayan TRT'nin farklı kurumlar olması gerektiğini anlatmadım mı? Daha nasıl savunacaksın Yavuz?.. Açıktan alkış tutarak, TRT Genel Müdürü'nden program dilenerek mi?"
Uluç'un bu yanıtları da polemiği noktalamadı. Şubat tarihinde Emre Aköz'ün hedefinde yine Hıncal Uluç vardı:
SALDIRI 4: Çıktım çıktım diye höyküreceğine iki kitap oku a zıpçıktı!
Paratoner olarak bir şarap kadehi. Geçen gün Kemalist bir kadınla lokantada yan masa sohbeti ederken, önümdeki büyük şarap kadehini sıkı sıkı tuttum.
Çünkü 6-7 Eylül (1955) Olayları, Ergenekon, Davos Çıkışı filan hakkında hiç hoşuna gitmeyen laflar ediyordum.
Yaftalanmam an meselesiydi.
Bir kere damgayı vurdu mu, dediklerim bir kulağından dahi girmeden uçup gidecekti. Şarap kadehi ise bunu engelliyor, ona göre aramızda ortak bir payda oluşturuyordu. Benim içinse bir paratonerdi! Bu akıl yürütme biçimi çok yaygın. Mesela sizinki, eskiden erkek dergisi editörlüğü yaptığım, içki içtiğim için Kemalist olmam gerektiğini sanıyor.
"Böyle bir insan, nasıl olur da üniversitede türbana 'Evet' der" diye soruyor kendine. Sonra da bu ve benzeri fikirleri avanta lavanta için savunduğumu iddia ediyor.
Ancak muhallebiye dönmüş bir beyin böyle çalışır. "İçki içen, dindarın hakkını savunamaz" diye bir kural mı var? Çıktım çıktım diye höyküreceğine iki kitap oku a zıpçıktı!
SALDIRI 5: Koca Öküz
Hıncal Uluç- Engin Ardıç polemiği Ardıç'ın dünkü yazısıyla daha da ateşlendi. İşte Ardıç'ın 'Anladın mı Koca Öküz' diye noktaladığı yazısı..
Şu "Atatürk ilkeleri" konusunda benim kafam karıştı... Atatürk ilkeleri, aynı zamanda CHP'nin altı oku mudur? (Eskiden bunlara "umde" denirdi.) Nelerdir bunlar? "Cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik, laiklik" ... 1927 yılında saptananlar bunlar... Daha sonra, 1931 yılında bunlara iki ok daha eklenmiş: "Devletçilik ve devrimcilik" ... Bu okların CHP'nin bayrağında yer alması da aynı yılda gerçekleşmiş. 1931'den önce CHP'nin bir bayrağı bile yok. Bir kedisi bile yok da, ancak Deniz Baykal devrinde genel merkeze kedi alındı, adı da Şero, "kötü kedi Şerafettin" den mülhem...
İlkeler arasında da "çarşafçılık, tarikatçılık, Kuran kursçuluğu" falan yok yani! Bunlar günümüzde neredeyse yedinci, sekizinci ve dokuzuncu ok yapılmak üzereler!..
İmdi, bunlar aynı zamanda Atatürk ilkeleri midir? Bunlar Atatürk ilkeleriyse, aralarında "batılılaşma" niçin yoktur? Şapka giymeyi, alafranga takvim ve saat kullanmayı, Latin alfabesini, Medeni Kanun'u falan kastediyorum.
"Devrimcilik var ya" diyeceksiniz, bu kelime bunları kapsar mı? "Cumhuriyetçilik" temel ilkeyse, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası niçin kapatılmıştır?
"Devletçilik" ancak 1931 yılında akıl edilebildiyse, bir yıl önce, devletçi olmayan, "piyasacı" olan Serbest Fırka niçin kendi kendini dağıtmaya zorlanmıştır? "Makabline şamil" kanun olamaz, ilke olur mu? Bu ilke bir Atatürk ilkesiyse, 1923 yılında yapılan İzmir İktisat Kongresi'nde buna taban tabana zıt "liberalizm" ilkesi niçin kabul edilmiş, Atatürk bunu niçin onaylamıştır?
Ne yani, bu ilkeler keyfe keder ve "dünyada esen rüzgârlara göre" mi değişecektir? Yirmili yıllarda Atatürkçülük başka, otuzlu yıllarda başka, öyle midir?
Bugün devletçi olmayan birçok parti vardır, bu partiler Atatürkçü değil midirler? "Devlet kapitalizmi" Atatürkçülük sayılıyor, peki, "gerçek kapitalizm" isteyenler Atatürk düşmanı mı oluyorlar? "Devrimcilik" de bir ilkeyse, devrimci olmayan "yumuşak geçişçiler" Atatürk'e karşıt mı sayılacaklardır? Komünistler Atatürkçü mü oluyorlar? Sosyaldemokratlar necidirler?
Bu ilkeler arasında yer almayan "demokrasi", Atatürkçü olmadığına göre, her görüldüğü yerde ezilmeli midir? "İnsan hakları" falan filan gibi konulara Atatürk Türkiyesi'nde yer var mıdır? İlkeler arasında yok da, o bakımdan sordum.
Bu oklara niçin "tam bağımsızlık", "çağdaşlık", "bilimin önderliği", "din ve vicdan özgürlüğü" gibi ilkeler de katılmamıştır?
"Darbecilik" acaba "halkçılık" ilkesine ters düşer mi, düşmez mi? Yok eğer şu ünlü altı ok Atatürk ilkeleri değilse, o ilkeler nelerdir?
Ne dersin koca öküz? Sorduğum soruları anladın mı? Ve savunma da ağzını bozdu: Kıçıma yazıyor
Hıncal Uluç Engin Ardıç'ın dünkü yazısına bugün köşesinden böyle yanıt verdi.. Bakalım Sabah yazarları arasındaki polemikte daha neler duyacağız...
Saldır Atatürk'e..
Biziö azılı Atatürk düşmanı dün gene saldırmış.. Öyle bir yazı ki, başından sonuna anlattığı Atatürk nasıl saçma sapan, çelişkili fikirlerin adamı, nasıl eylemi, söylemi birbirine uymaz bir şaşkın.. Atatürkçülük de öyle tabii..
Ağzının payını benden evvel okur verecek ama, bana yağan maillerden anlıyorum.. Atatürk'e sövdüğü zaman ona çekilen mailler geri dönüyormuş.. Ya okur tepkisinden bilgisayarı kilitleniyor.. Ya da bazı okurların iddia ettikleri gibi korkusundan bilgisayarı kapatıyor.. Korkusundan evet.. Atatürk'e sövüyor, ama öte yandan tepkiler de dudaklarını uçuklatıyor.. Bu gazeteye geldiğinden beri Atatürk'ü nasıl yerin dibine soktu, nasıl ucuz esprilerine konu etti, nasıl alay etmeye kalkıştı, yazılar arşivde ve internette duruyor. Ama iyi korkunca, sözüm ona kendini temize çıkaracak alttan alma yazıları yazıyor..
Efendim gerçek Atatürkçü oymuş da biz onu anlamıyormuşuz?. Hadi ordan..
Bana kızan okurlar var.. "Sana saldırılarında haddini bildirdin, ama bize 'Okuduklarını kıçından anlayan okurlar' deyişine ses çıkarmadın" diyorlar.
Çıkarmadım, çünkü adam haklı.. Ben de yazdıklarını kıçımdan anlıyorum. Çünkü adam benim kıçıma yazıyor. Neremden anlayayım ki?..