Arif Kızılyalın
Cumhuriyet Gazetesi Spor Müdürü
Galatasaray geçen yılın şampiyonu... Galatasaray ilk yarının lideri... Galatasaray Şampiyonlar Ligi'nin en iyi 16 takımından biri...
Gelgelelim, bu başarı tablosu Sarı-Kırmızılı aileyi pek memnun etmişe benzemiyor.
Neden mi? Aralık ayı ortasından bu yana 'kazanın fokur fokur kaynadığı' kulüp de Galatasaray.
Gerçekten tezat bir görüntü. Oysa; başarısızlığın olduğu yerde kaos yaşanır. Galatasaray ise, zirvedeyken, ön plandayken, için için kaynıyor.
Galatasaray'daki krizin tek açıklaması güçler ayrılığı.
Öncelikle Adnan Polat döneminde yaşanan büyük düş kırıklığının ardından tüm camianın Ünal Aysal'ın arkasında nasıl durduğunu hepimiz biliyoruz.
Sorgu, sual etmeden 'tek çatı' altında birleşmişti 15 bini aşkın üye...
Fakat, yönetimdeki isimlerin 'kan uyuşmazlığı' yaşayacağı o günlerden, yani 2011 yılının Mayıs ayından belliydi.
Öncelikle, 'önemli' bir mali güce sahip Ünal Aysal'ın, kulübün 'iç işlerini' pek bilmeyen bir kişi olması hâlâ en büyük handikap Galatasaray için.
Çünkü yıllarını geçirdiği Belçika'daymış gibi davranıyor, oysa burası Türkiye...
Aysal'ın yanı sıra yönetim kurulu da çok 'katılımcı' bir yapıda değil.
Örneğin 2. Başkan Adnan Öztürk, kulübün 'asıl' sahipleri olarak görülen lisesilerin temsilcisi. Onlara karşı sorumluluğu var; her şeyden öte, bir sonraki dönemin en güçlü başkan adayı. Ve bu kimliği nedeniyle de yönetim içindeki bazı oluşumları kabullenemiyor.
Örneğin Asbaşkan Ali Dürüst'ün 'abi' kimliği ve deneyimi ile 'kulübün gerçek başkanı benim' demesi önemli bir kilometre taşı oldu, yaşanan kaos ortamında.
Ve neredeyse 2011 Ağustos ayından beri Dürüst ile Öztürk'ün arası açık.
Öyle ki, Futbol Federasyonu ile girişilen 'şike kavgası'na yönelik tavırda Öztürk ile Dürüst'ün ters düşmesi yönetimdeki uyumsuzluğun bir başka göstergesi.
Yönetimdeki bu ayrışma doğal olarak diğer üyeleri de etkiliyor.
Genç neslin temsilcisi Sedat Doğan'ın Öztürk'le yakınlaşıp 'Ali abi' dediği Dürüst'ü kırmama eğilimi, yine mali işler dışında görüş belirtmeyeceği söylenen Refik Arkan'ın bilgi-birikimi ile yaptığı ani ataklar, Başkan'ın danışmanıyken, 'sportif direktör' kimliğini de kartvizitine ekleyen Bülent Tulun'un varlığı... Özetle; 'güçler ayrılığının yarattığı ortam' Galatasaray'daki krizlere gerekçe oldu.
Hatta öyle ki, tüm futbol dünyasının sempatisini kazanan Abdurrahim Albayrak bile bu dönemde 'ne İsa'ya, ne Musa'ya yaranan' adam oluyordu.
Elbette, 'yürekten' Galatasaraylı, kulübün 26 yıllık üyesi Fatih Terim'in teknik direktör tercih edilmesi - ki en doğru hareket - de kulüpteki iç dengeleri olduğu gibi başaşağı etmeye yetti.
Çünkü Terim, 'maaşlı bir personel'den öte Galatasaraylıydı ve tepkilerini de dile getirirdi...
İşte bu durum da güçler dengesini önemli ölçüde etkileyen bir başka kilometre taşı.
Çünkü yönetimdeki bazı isimler Terim'in bu tavrı karşısında, "O sadece bir teknik direktör" diyerek tepkilerini dile getirdiler ve bu sözler de, Fatih Terim'in kulüpteki etkinliği sayesinde 'doğrudan' kendisine iletildi.
Bu, yönetimle teknik kadro arasındaki ilk sıkıntıydı.
Daha sonra transferde Arda'nın ayrılışı sonrası oluşan '10' numara eksikliği ve Drogba, Arshavin, Ronaldinho derken, Melo ile idare edilmek zorunda kalınması, bu transferler gerçekleşmezken Yiğit Gökoğlan, Sercan, Ceyhun gibi isimlere harcanan 'gereksiz' paralar nedeniyle yönetimle Terim ve Tulun'un arasındaki gerilim üçgeni yarattı.
Bu aşamada, krizi örten en önemli gelişme ise takımın ligde şampiyonluğa koşmasıydı.
Hele uzatmalı lig modeli play-off'ta gelen 'Kadıköy şampiyonluğu' Galatasaray'daki ateşi söndürmeye yetecekti bir süre.
Türk Telekom Arena'daki kutlama sanki kulüpte her şeyin süt limana döndüğünü gösteriyordu, ama bu yanlış bir işaretti.
Galatasaray Adası ve Kalamış'ta yapılamayan şampiyonluk kutlamaları, Başkanın yurt dışına gidip, "Ben gelmeden büyük transfer yok'' direktifi, Burak'ın geciken imzası, Hamit Altıntop'un geldi-geliyor süreci ve tüm bu transferlere karşın, '10 numara' eksikliği hep yönetim ile Fatih Terim'in arasında bir mesafenin olmasının en büyük gerekçesiydi.
Bu günlerde bazı yöneticilerin "Rüya takım kurduk" söylemlerine Terim'in verdiği, "Ne rüyası, biz gerçeklerle boğuşuyoruz" demeci sinirleri gerecekti.
Lige yalpalayarak girilmesi, Şampiyonlar Ligi'nde ilk 3 maçta sadece 1 puan alınması Saray'daki krizi su yüzüne çıkarttıysa da, Fatih Terim'in, 'Bu takım 2. tura çıkacak" sözünü tutması ve transfere harcanan paraların Şampiyonlar Ligi son 16'sına kalınması ile 'geri kazanımı' havayı yumuşatır gibi oldu.
Ama Galatasaray'da kriz bitmedi.
Teknik direktör Fatih Terim'in, "Çok yoruldum, transfer listemi başkana verdim, Uzakdoğu'ya gidiyor ve telefonumu kapıyorum" demesinin ardından ortalık birbirine girdi.
Önce takım antrenörlerinden Ümit Davala ile mahkemelik olan menajer Ali Güven ve Bruno'nun Bülent Tulun ile Başkan Ünal Aysal'a yakınlığı Florya'nın huzurunu kaçırdı. Hatta Ümit Davala bu gelmişmeler üzerine, istifa eşiğine geldi ama Fatih Terim'i üzmeme adına geri adım attı.
Ardından Fatih Terim'in "Cris'i yollayın, önceliği de sol bekle stopere verin" demesine karşın Başkan Ünal Aysal'ın 'pastadaki çilek' ısrarı, ocak ayının 3. günü antrenmanlara başlayan takımın da dengesini bozacaktı.
Alanya ve Antalya kamplarında takım idman yapıyor gözüküyor ama gazetelerdeki 'Kaka, olmadı Snejider' haberleri hem teknik kadronun, hem futbolcuların motivasyonunu koparmaya yetiyordu.
Fatih Terim de medyaya içini dökmese de yakın çevresine, söylediklerinin anlaşılmadığından dert yanmaya başlamıştı.
Transfer krizi ortamı germişken bazı spor müdürleri ile GSTV'ye çıkan Başkan Ünal Aysal'ın, "Snejder'i alıyoruz" ve "Fatih Terim kulübün profesyoneli" sözleri küllenen gerilimi yine alevlendirdi.
Terim köpürmüştü.
Açıklama yapmıyor ama "Transferleri kampın en azından sonuna bekliyoruz" diye de yönetime mesaj yolluyordu.
İşte böylesine elektrikli bir havada Ünal Aysal, Divan Kurulu'na çıkıp, "Fatih Terim yararlı bir eleman" deyince de fırtına koptu.
Kasımpaşa maçında takımın oynadığı kötü futbol ve Fatih Terim'in 90 dakika boyunca asık yüzü bir şeylerin habercisiydi.
Takım sahadan yenilgiyle ayrılıyordu ama futbolcular ayaklarını topa uzatamıyorlardı.
Ne bir mücadelede, ne bir isyan.
Yazgısına razı oluyorlardı sessizce.
Maç bitiminde cebinden çıkardığı kağıttaki yazılanları okuyan Fatih Terim, kendisine 'eleman' diyen Başkan'a, "40 yıllık Galatasaraylı, 26 yıllık kulüp üyesiyim" cevabını vererek manşetlere çıkacaktı.
Bu bir anlamda 'Gücün varsa görevden al' mesajıydı.
Hatta Terim'in istifasının cebinde olduğu da söylendi.
Ne var ki iyi bir Galatasaraylı Mehmet Ali Birand'ın vefatının ardından camiaya çöken yas havası, ardından da Fatih Terim'e Divan Kurulu üyesi beratı sunum töreni gerilimde bir soluklanma dönemi yarattı.
Beratı bizzat Başkan Aysal sundu Terim'e; ardından yenen öğle yemeği, pazar akşamı açıklanan Sneijder transferi havayı yumuşatmışa benziyor.
Galatarasay'da gerilimim pimi çekilmiş durumda, nerede patlayacağı belirsiz.
Ancak sarı-kırmızı camia böyle.
UEFA Kupası'nın geldiği 2000 yılında da benzeri sıkıntılar yaşanmış, camia kaos rüzgarıyla yelkenlerini şişirip tarihi başarıya imza atmıştı.
Şimdi Galatasaray'da ya tarih tekerrür edecek ve bu gerilimin ardından yeni bir başarı sürecine girilecek, ya da bir kaç kötü sonuç, ardından belki Schalke maçlarında tatsız bir tabloyla yeni bir kriz patlayacak.